Dokunuşun Büyüsü

 Günlerdir bu konu hakkında nasıl yazabilirim diye düşünmeye çalışıyorum. Çünkü aklıma geldiği günden beri düşünmekten kendimi alamıyorum. Daha önce izlediğim ve hakkında kendimce blogta yazı yazdığım filmlerden biri… Bir insana nasıl anlatabilirim?

Dokunmak, beş duyu organımızdan aslında en çok kullandığımız ama diğerlerine oranla daha az farkında olduğumuz ve zamanla kaybetmeye başlıyoruz. Dokunmak hissetmektir. Sevdiğiniz bir insanın elini tutarken hissedilen “Aşk”  içten gelen bir sarılma ile “ Korkma ben varım” güveni ve burada yazarken aklıma gelmeyen daha niceleri. İnsanlara baktıkça dokunmanın verdiği o hissi insanlarda göremiyorum. Bilmiyorum  şimdiki insanların bu şekilde neden davrandığını.

Dedim ya insanlara bakarken, dokunmayı daha doğrusu dokunarak hissetmeyi sıradan bir ihtiyaç gibi algılıyorlar yâda bana öyle geliyor bilmiyorum. Dokunmak insan olduğunu hatırlamaktır. Her ne kadar her şeyi sanal âlemde iddia ederken yapamadığımız ve gerçek hayata dönmemizi sağlayan en mükemmel his.

Bir yakınlık belirtisidir dokunmak, bir insanın kendi gerçekliği yaptırmasıdır. O gerçekliğin varlığını hissetmektir. Dokunmak kişinin imzası gibidir. Taklit edilemez her kişiye göre bir anısını bırakır temas ettiği insana. Tenin hafızasına işlenmiştir o kişinin imzası.

Nette gezinirken denk geldiğim bir paragraf dokunmakla ilgili tam bana uyan tanımını yapmıştı:

Beni nazarımda;

Ruha,

Kalbe

Bedene şeklinde üçe ayrılır.

Ruha dokunursanız “Şifa”

Kalbe dokunursanız “Aşk”

Bedene dokunursanız “Zevk” olur

Acıyı, tutkuyu ve heyecanı hissetmek için sinir uçlarınızın en yoğun olduğu parmak uçlarını kullanmanız yeterli.

Bu yazıyı Farid Farjad’ın bir cümlesi ile bitirelim:

“Birinin hayatına, birinin mutluluğuna birinin ruhuna, birinin eline omzuna yüreğine; bazen söz, bazen göz, çoğu zaman kalbinizle minicik de olsa tüm samimiyetinizle dokunun.”

 

 


Yorumlar

Popüler Yayınlar