İsimsiz Hikayeler: Yıllar sonra Bölüm 1

  Son hastasını uğurladıktan sonra saatine baktığında zamanın ne kadar çabuk geçtiğini anlayamamıştı. Salı günleri en az hastaya baktığı günlerden biriydi ama en son ilgilendiği hastası Hasan Bey, diğer hastalarına göre daha farklı bir hastaydı. Genç yaşına rağmen etrafında onca insan olmasına bile olsa kendisini çok yalnız ve kimsenin anlamadığını düşünen bir hastaydı.  Terapilere başlamadan evvel odasından dahi çıkmayan bu adam bir sene sonra artık yavaş yavaş insan içine karışmaya başlamıştı. Yaptığı konuşmalar sonucunda bir insana iyi gelmenin mutluluğu ile koltuğuna yaslandı. Bir sonraki hastası ne zaman gelecek diye ajandasına baktığında terapiye gelecek hastasının olmadığını görünce sevindi. Biraz kendisine zaman ayırmasının gerekiyordu. Bir bardak kahve ile bu adımı atmalıydı. Odaya girildiğinde insana huzur veren mavi renkli duvarla birlikte sade bir odası odanın bir köşesinde ise kitaplığı vardı.  Cadde üstünde olmasına rağmen sokağın gürültüsünü geçirmeyen pencereler mevcuttu. İnsan sesine ne yakın ses olduğunu bildiğinden hastaları ile konuşurken Ney’in rahatlatıcı sesinden yararlanırdı. İnsanı rahatsız etmeyecek bir tonda ney sesi odanın içini dolduruyordu.


Kahvesini aldığı gibi aldığı gibi yine her zamanki yerine pencere kenarındaki koltuğa oturmuş dışarıda bir yere yetişmeye çalışan insan seline bakmaya başlamıştı. Karşısında bir otobüs durağı vardı. Bir yerden bir yere giden insanların arasında durakta oturan küçük bir erkek çocuk gördü. Yaşına göre çok zayıf olmayan koyu sarı saçlı boynuna beslenme çantasını asmış diğer insanlar gibi otobüs bekler gibi etrafına bakıp sakince oturuyordu. Kimse o çocuğun tek başına oturup beklemesi umurumda değil herkesi binmesi gereken otobüsü beklerken küçük bir çocuğu kim fark edebilir ki. Bu çevrede okul var mıydı bilmiyordu ama küçük çocuk dikkatini çekmişti. Masum bir şekilde etrafına bakıyordu ki gözlerini ondan alamıyordu.  Birini mi bekliyordu yoksa o da herkes gibi evine götürecek otobüsü mü bekliyordu anlayamamıştı. Telefonu çalmaya başlayınca koltuğundan kalıp masanın üstünde duran telefonunun ekranına baktı. Yine işi düşen bir arkadaşı onu aramaya başlamıştı:

“Aradığın halde cevap vermiyorsam nede ısrarla aramaya devam ediyorsun ki” diye kendi kendine konuştu. Arama sona erince çağrı listesine girip numarayı ilk önce rehberinden silip sonra da engelledi. İşi düştüğünde kendini arayıp soranları hayatında yeri yoktu. Koltuğuna oturup tekrardan pencereye baktığında duraktaki çocuk yerinde yoktu.  Nereye gitmişti acaba? Düşüncesi geçti aklından. Sokakta ilgisini çekip bakacak başka bir şey kalmamıştı. Başka bir hastaya bakmayacağını göre o da sokağa çıkıp insan seline karışmalıydı.

Ertesi gün yine aynı saatte otobüs durağında okul kıyafeti üzerinde beslenme çantası boynunda etrafına meraklı gözlerle bakmaya devam ediyordu.  Bir an gözlerini pencereden ayırmadan çocuğa bakmaya başladı. Kimsenin dikkatini çekmeden masumca neyi bekliyordu bunun cevabını öğrenmek için pür dikkat bakıyordu otobüs durağına.  Çocuk ayaklarını sallayarak öylece bekliyordu. Bekleyerek bir sonuca varmayacağını anlayınca giydiği zaman herkese konuşmasını sağlayan mavi hırkasını giyip otobüs durağına gitmek için asansöre doğru ilerledi. Asansör zemin kattan ağır bir şekilde kendi katına doğru gelirken sabırsız bir biçimde ayağını yere vurmaya başlamıştı. Çocuğu kaybetmeden bir an önce otobüs durağına ulaşmak istiyordu. Giriş katta duran asansörün kapısını açıp bir koşu apartmandan çıktığında karşıya geçmek için arabaların arasında güvenle geçmek için beklerken otobüs durağının önünde duran insanlardan onu göremiyordu. Sonunda karşıdan karşıya geçtiğinde orada olmadığını görünce nereye gittiğini merak etti. Saatine baktı. Hangi saatler arası otobüs durağında olduğunu az çok tahmin edebilmişti. Telefonundan asistanını mesaj yazıp gönderdi:

Cuma günü dahil saat 14:30 ile 16:00 arası kimseye randevu yazma.   Çocukla konuşabilmek için nasıl bir yol izleyeceğini kafasında oluşturmaya başlamıştı.

Sabah iş yerine gelirken asistanın attığı günlük plana baktığın dediği saatlerde herhangi bir hastaya randevu verilmemişti. Tanımadığı insanlarla tanışıp güvenini kazanabilmek için nasıl iletişim kurabileceğini biliyordu. Odasının kapısını açtığında kendisini karşılayan kahve kokusu daha mutlu hissetmesini sağlamıştı.  İçeri girmeden gülümseyerek asistanına:

Kahve kokusu ile güne mutlu hissetmemi vesile olduğun için teşekkür ederim.”

Bugün güzel bir olacağını hissediyordu. İlk hastası gelmeden evvel kendi bulunduğu çevrede olan ilkokullara baktı.  Bir devlet okulu ile bir tane de özel okul gösteriyordu haritada. Çocuğun dış görünüşünü düşündüğünde devlet okuluna gittiğini varsaydı.  Fark ettiği günden beri bu çocuk neden ilgisini çektiğini bir türlü anlayamamıştı. Etrafına masum bir şekilde bakması, kimsenin onu fark edemeyecek kadar hayatın akışına kaptırmış olması düşündürüyordu. Asistanı ilk hastasının geldiğini haber etmek için kapıya vurduğunda bu düşüncelerinden sıyrılmıştı.

Akrep ile yelkovanın ilerlemesiyle hastasının bir nebze olsun kendisini daha iyi hissettiğini düşünerek koltuğunun arkasına baktı. Bir insana iyi gelmek her daim mutlu hissetmesini sağlamıştı. Otobüs durağında fark ettiği günden beri güvenini nasıl kazanarak iletişime geçeceğini düşünürken üniversitedeki hocasından öğrendiği metodu uygulamak kafasına yatmıştı. Zaman artık harekete geçmenin vaktini geldiğini söylüyordu. Odasındaki aynada son kez kendine baktı. İnsana güven bir renk olarak mavi hırkasını üzerine giyince her şeyin tamam olduğunu düşünüp odasından çıkarken asistanına:

“  Saat 16.00 ‘ya kadar dışarıda olacağım acil durum dışında herhangi bir şekilde rahatsız edilmek istemiyorum. Görüşmek üzere.”

Asansörü kullanmayıp merdivenler ile aşağıya indi. Apartmandan dışarı çıktığında dışarıdaki hayatın yoğun telaşı yüzüne çarpınca bir başı döndü. Bir dakika gözünü kapatıp vücudunun bu telaşa alışmasını bekledi. Bulunduğu yerde arabaların durması için herhangi bir trafik ışığı yoktu. Mecburen ya arabaların karşıya geçmesi için yol vermesi gerekecekti ya da bir otobüs durduğunda karşıya geçmesi gerekecekti. Kendine olan özgüvenli duruşu yansıdığından daha ilk kendisini gören araba geçmesi için yol verince başı ile selam vererek teşekkür etti. Durak kısmına geldiğinde oturma bölümü boştu. Sürekli aynı yerde oturduğundan bir yan tarafa geçip çocuğu beklemeye koyuldu. Okulun çıkış saati gelmişti. Bir anda etrafta güle oynaya okuldan çıkan çocukları görmeye başladı.  Çocukların yüzlerinde mutluluk ifadesi okulda öğrenilen yeni bir bilginin heyecanı değil okula pazartesine kadar gitmeyecekleri için mutlulukla doluydu. “Öğrenmeyi sevdirmek yerine ondan nefret edilen bir eğitim sistemimiz var” diye düşünürken küçük çocuğu yüzündeki mutsuzluğun yorgunluğu yüzüne yansımış bir biçimde durağa doğru gelirken gördü. Çevresinde olan bitenle ilgilenmiyor kendinden emin bir şekilde yüzündeki mutsuzluğu saklamaya çalışır gibi yürümeye devam ediyordu. Sanki otobüs bekliyormuş da ileriye doğru bakıyormuş gibi gözüktüğü halde dikkatle karşıdan gelen çocuğu gözlemlemeye başladı.  Kendinden büyük okul çantasını sırtında taşıyarak daha bu küçük yaşında dünyanın yükünü sırtlanmış gibiydi. Yüzündeki mutsuzluğu sebebini merak etti. Boş yere oturduğunda yanında kim varmış diye merak edip yüzüne bile bakmadan etrafına bakmaya devam etti. Zamanı kısıtlıydı bir an önce konuşması gerekiyordu.  Giydiği mavi hırkasına kollarını kavuşturarak arkasına yaslandı derin bir nefes alarak çocuğun dikkatini çekmek için konuşmaya başladı:

“  Gökyüzüne baktığında gördüğüm mavilik beni sebepsiz yere mutlu olmamı sağlıyor. Bir an yaşadığım andan kopup istediğim yere gidebiliyormuşum gibi hissediyorum.”

 Cümlesini söylerken göz ucuyla da çocuğun dikkatini çekip çekmediğine bakarken gökyüzüne baktığını görünce dikkatini çektiğini anlamıştı. Adım ilerlemeye başlamıştı:

“  Gittiğim yerde istediğim her şeyi yapabiliyorum. Arkamda bıraktığım dünya her şeyi unutuyorum. Sonra birden bire başladığım yere dönüyorum.  Sana da böyle olduğu oluyor mu?”

Gökyüzüne baktığı halde onu dinlemiş herhangi bir şekilde cevap vermemişti. Çocukken öğretilen tanımadığın insanlarla konuşma kuralını uyguluyordu. Dikkat çekmişti söyledikleri ki dikkatle gökyüzüne bakıyordu. İlk günden onunla konuşma gibi bir şey beklemiyordu. Güvenmesi sağladığı an gerisinin çorap söküğü gibi geleceğini düşünürken çocuk konuşmaya başladı:

“ Gökyüzüne bakıp istediğim yere gitsem bile ailem beni özler onları bırakamam. Özellikle babam çok üzülür kendisini bırakıp gittiğimi düşünür. Burada beklemeyip kaybolmamalıyım ki babamla birlikte eve gidebilmeliyim.”

“Babanın neden çok üzüleceğini düşündün? Annen daha çok üzülmez mi?”

“ Annemde üzülür ama babam daha çok çünkü buraya beni almaya geldiğinde her defasında şu karşı pencereye bakarken gülümsediğini görebiliyorum. O an çok mutlu olduğunu gökyüzü gibi masmavi olduğunu anlayabiliyorum. Eve gelene kadar bu mavilik sürüyor sonra yine yüzü hüzünlü bir gri halini alıyor. Annem de babamın mutlu olması için elinden geleni yapıyor ama o hüzünlü gri bir türlü gitmiyor babamım suratından.”

Yüzüne bakarak söylemişti bu sözleri. Kendisi ile birden bire tanıdık bir insanla konuşuyormuş gibi hissetti. Mavi hırkası işe yaramış güven duygusu vermişti. Merak içinde sordu:

“ Babanın bakarken mutlu olduğu pencere hangisi bana gösterebilir misin?”

Çocuk hiç tereddütsüz bir biçimde kendi isminin asılı olduğu tabelayı pencereyi gösterdi. Şaşırmıştı. Düşünmeye başladı. “ Bir insan kendisini mutlu olduğu anlarla ilgili hatıralara dair bir imge gördüklerinde farkında olmadan mutlu olduklarını hissedebilirler “  aklından düşünceler geçerken çocuğun kendisine bakıp incelediğini gördü:

“Tanıdığın birine mi benzettin beni bu kadar dikkatli bakıyorsun?”

“Ben seni tanıyorum ki zaten sadece babam gibi birazcık büyümüşsün o kadar tek fark bu.”

Ne diyeceğini bilemeden bir süre kaldı öylece. Kendi penceresine doğru baktı. Kim olabilirdi ki her gün onun penceresine bakan?

“Beni nereden tanıyorsun? Çünkü seni daha önce tanıdığımı hatırlamıyorum.”

“Babamın kitaplığımda duran fotoğraftan tanıyorum seni, kim olduklarını sorduğumda mutlu olduğum ama değerini anlayamadığım günlerden hatıra demişti.

“Peki, fotoğrafta benden başka birileri var mı? Yoksa sadece ben miyim?”

“ Babamın arkadaş grubu ile birlikte daha önce oturduğu mahallede çekilmiş bir fotoğraf içinde en dikkat çekici insan sensin. Bazen babamın uzun uzun o fotoğrafa bakarken görüyorum.”

Aralarında oluşan kısa bir sessizlik içerisinde düşünmeye başladı.”O olabilir miydi?” Düşüncesi geçti “Hayır olamaz aynı mahalledeydik ama yüz yüze konuşmuşluğumuz bile yoktu. Sima olarak birbirimiz tanıyorduk yan yana aynı karede yer aldığımız bir fotoğraf olduğunu hatırlayamıyorum” diye geçmişe dönmüştü birden.

Üniversiteye gittiği zaman okula yakın bir mahallede ev tutmuştu arkadaşı ile birlikte, kimseye karışmadan okula gidip geliyorlardı. Mahallede herkes bir aile gibiydi, herkes birbirini tanıyordu. Sınavlar zamanı sabahladığı bir gece onu görmüştü. Bilgisayar başında pür dikkat ne yaptığını anlayamadığı bir şeyler yapıyordu. Herkes gibi o da öğrenci olduğunu düşünmüş kim olduğunu merak etmişti sadece. Her gece bilgisayarının başında sabahladığını görünce nasıl biri olduğunu merak etmiş, odanın karanlığından yüzünün nasıl olduğunu hayal etmişti. Bir gün dalgın bir şekilde okuldan eve dönerken omzuna dokunan bir el arkasını döndüğünde düşürdüğü kitabı ona uzattığında “ Her gece sınavını geçeceğim diye çok çalışırsan kitaplarının sonradan neden kaybolduğunu anlayamazsın.” Deyip kitabı uzattığında o olduğunu anlayıp yüzü kızardığında ne diyeceğini bilememiş kitabı aldığı gibi koşarcasına kaçmıştı. “Demek ki pencereden sadece o değilmiş. “ diye kendi kendine gülümsediğinde aklına kokusu geldi, güven verici bir kokuya sahipti. Uzun boyu, kendine güvendiği her halinden belli olan bir duruşu vardı. Kitabı uzattığından ona teşekkür edemeden kaçmıştı ondan, madem sabahlıyordu bu gece sınava çalışırken denk gelirse ona teşekkür edecekti. Arada bir dersten başını kaldırıp belki denk geliriz diye her defasında pencereye baktığında onu göremiyordu.  Sonunda pes edip uykuya daldı.

Sabah uyandığında telefonundan gelen bildirimi görünce gözlerine inanamadı.  Sosyal medyadan onu takip etmeye başladığını görünce şaşırmıştı. Kitapta adı yazılıydı oradan kendisi bulmuş olabilirdi. Geri takip yapıp profilini incelemeden telefonu masanın üstüne bıraktı. Eve dönene kadar aklına dahi gelmemişti. Yolda yürürken birden onu görünce teşekkür mesajı atmadığını hatırladı. Arkadaşları ile koyu bir muhabbete daldığı belliydi. Odasına girdiğinde mesaj bölümünü açtığında neden heyecanlandığını anlayamadı. Alt tarafı bir teşekkür mesajı atacaktı hepsi bu:

“ Geçen gün kitabı düşürdüğümde bana arkamdan gelip geri verdiğinde sana teşekkür etmeyi unuttum. Kitabımım kaybolmasına müsaade etmediğin için teşekkür ederim. “  gönderdiğinde hemen geri dönüş yaptığında okuduğu cümleye şaşırmıştı:

“Rica ederim.” yazdığı cümle bu kadardı. Düşündüğünde söylendi: “N e bekliyordun hal hatır soracağını mı?” düşünmemeye, sınavları bittiğine göre artık sabahlamayacağına göre pencereden bakmasına da gerek yoktu. O günden sonra her gün yolda karşılaştıkları halde birbirlerini fark etmeden geçip gittiler.

Mezun olduktan sonra evden ayrılırken bu mahalleden bir hatıra kalması için tanıdığı herkesle fotoğraf çeken ev arkadaşının bu fotoğrafı çekmesi ile aynı karede yan yana yer almışlardı. Fotoğrafın kopyalarından birini hatıra olsun diye almış sonrasında nereye koyduğunu unutmuştu. Çocuk olduğu yerden kalkıp kendinin tam aksi istikametine koşmaya başladığında:

“Baba bak kim var burada baktığın penceredeki hanımefendi.”

Arkasına dönmeden önce burnuna kokusu gelmişti. Aradan geçmiş yıllara rağmen kokusunun hala aynı kalmasına şaşırmıştı. Arkasına döndüğünde oğlunun elini tutmuş bir şekilde yanına geldiğinde, çevresindeki herkesle kendinden emin bir şekilde konuşan gitmiş sus pus bir şekilde ne diyeceğini bilemeden bakakalmıştı. Gülümseyerek ona bakarken:

“ Merhaba, bu sefer kitabını yolda düşürmemişsindir umarım.”

                                                                                  Devam edecek…

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Yorumlar

Popüler Yayınlar