Kalemimden Hayat Bulan Hikaye bölüm 2: Sen Ne Kadar Çok Söylersen Ben O Kadar Az Biliyorum

 İstediği mesajı verip vermediğini anlayabilmiş değildi. Bir an yanından geçerken göz göze gelmişlerdi o kadar. Başka bir adım atmamıştı. Konuşmaya cesareti olsa yanına gider onunla bir sohbet başlatabilirdi ama diğer kızlarda olan özgüven onda yoktu. Kendini müzikle ifade edebiliyordu fakat daha önce hoşlandığı erkekler, anlatmak istediği ne varsa müziğiyle anlatmaya çalışsa da sadece dinlemekle kalmışlardı. Yine aynı hatayı yapıyor bir türlü ders almak nedir bilmiyordu. Yatağında tavana bakarak bunları düşünüyordu. İsmini bilerek öğrenmek istemişti. Eğer adını öğrenirse sosyal medyada ne kadar hesabı varsa hepsini araştırır bulurdu ama karşısına çıkacak olan her bilgi onu gerçekle yüzleştirecekti. Buna daha hazır değildi. Evet, hoşlanıyordu ama daha âşık olmamıştı.

Alarmının çalması ile gece bu düşünceler yüzünden uyumamıştı sanki bir 8 saat uyumuş gibi zinde hissediyordu kendini. En son konservatuar yetenek sınavının sonucunu beklerken bu şekilde uykusu kalmıştı. Aklı ve kalbi birbiri ile savaş halindeydi.  Genelde bu savaşı aklı kazanırdı ve kalp onun dediklerine uymak zorunda kalırdı. Şimdi ise kalp onu ikna etmeye çalışıp bu gizemli olan adama bir adım atması için elinden geleni yapıyordu ama kendinde onunla konuşacak cesaret bir yana kimseyi kendine yaklaştırmayan bu adama nasıl yaklaşıp konuşacaktı bilmiyordu. Dün çaldığı şarkı ile ilgisini çekip çekmediğini bilmiyordu yanından geçip gitmişti. Sinek kovalar gibi yapıp bu düşüncelerden kurtulmaya çalıştı. “Düşündükçe bir yere varamadığını,” söylüyordu aklı yine. “Bırak akışına sen elinden geleni yaptın beklemekten başka seçeneğin yok,” diyordu. Aslında dediğine hak verdi. Sonuçta kendini ifade edebilecek bir adım atmıştı. O kişiye bir insanı nasıl sevdiğini merak ettiğini sormuştu. Beklemekten başka bir seçenek gözükmüyordu şuan.

Üstünü giydikten sonra sessizce evden çıkıp otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Bineceği otobüsü beklerken başvuru yaptığı orkestra yetenek sınav başvuru kabul olup olmadığına baktığında başvurduğu hiç bir orkestra ekibinden hala bekleme listesinde olduğunu belirten bilgi dışında hiç bir şey yoktu. Şimdilik işinden memnundu ama yapmak istediği bu değildi. Piyano çalabiliyordu ama burada kendini gösteremiyor sanki başka yerlerde canlı müzik yapan biri gibi hissetmesine rağmen moralini bozmuyordu. Zamanı geldiğinde elbet hayallerini gerçekleştirecek, konser verecek ve herkes onu tanıyacak örnek aldığı piyanistler gibi tanınan bir sanatçı olacaktı. Yolun başındaydı kolay olmayacağını en başından biliyordu. Yaşamı boyunca hiç bir şey onun için kolay olmamıştı.



İstanbul trafiğinden dolayı erken bindiği otobüs sayesinde ana ofise en erken adım atanlardan biri olmuştu. Akortunu yaptıktan sonra radyoda dinlediği en son parçanın hem sözlerini beğenmiş hem de şarkıdaki piyano introsu çok hoşuna gitmişti. Melodisi aklında kaldığı için hemen çalmaya başlamıştı. Çaldığı şarkı çok naif bir biçimde ilerlemesi, her melodisinde: “Sen ne kadar söylesen de ben o kadar az biliyorum,” cümlesi şarkıya daha çok adapte olmasını sağlamış, notalarına duygularını yansıtabilmişti. Saate baktığında gizemli parfümün sahibinin gelmesine 10 dakika vardı. Kendisinden sonra erken gelen ikinci kişi oydu. Bir kaç kez günaydın demişliği vardı ama hiç bir şey demeden yanından geçmişti. İlk zamanlar duymamıştır diye düşünürken zamanla insanlara karşı ciddi bir mesafe koyduğunu herkesle muhatap olmadığını anlamıştı. Gizemli olması diğer insanlar tarafından ilgi çekmesine sebep oluyordu. Parfümün kokusunu ilk algıladığında gizemli olan biri kullanır bu kokuyu diye tahmin ettiğinde doğru çıkmıştı. Ve şimdi onun gülümsemesini gördüğünde ise tahmin ettiği güçlü durmaya çalışan ama bir o kadar kırılganlığını saklayan biri olduğunu düşünürken kendinden emin emin bir ses tonu ile ona bakarak:


“ Bu çaldığın parçada herhangi eğlenceli bir ima yokken neden bu şekilde gülümseyerek çaldığını anlayamadım,” ellerini kavuşturmuş ciddi bir ifade ile bu cümleyi söylediğinde Nisan ilk başta ne diyeceğini bilememiş ardından:

“ piyanoda çalınan her parça ciddi bir ifade ile çalınacak diye bir kaide olduğunu sanmıyorum. Yüzümde gördüğünüz ifadeden bu parçayı çalarken mutlu olduğumu anlamanız gerekirken bu şekilde bir ifade kullanmanız karşınızdaki insana ne derecede baktığınızın göstergesi olmuş oluyor. Lütfen tanımadığınız herhangi bir insana bir tanımlama cümlesi kurarken daha dikkatli olun,” deyip bir şey demesini beklemeden kahve almak için kahvaltı salonuna doğru gitti. Arkasından gelme ihtimalini düşünmüyordu bile kahveyi doldurduğu gibi saklı köşesine gitmişti. Onu çok farklı bir biçimde düşünürken kendisini tanımadığı halde böyle bir konuşma yapması, insanları tanımadan onları kendi gibi düşünme hatasını yine yapmıştı.

            Çatı katına çıktığında biraz daha sakinleşmişti. Kahvesinden bir yudum aldı ve düşünmeye başladı, bir gülümseyemeye ne çok anlam yüklemişti. Tanımadığı hakkında hiç bir şey bilmediği bir adam hakkında nasıl hayaller kurduğunu düşündükçe kendini ne kadar aptal olduğunu anlamıştı. Ona söylediği sözleri hak ettiğine inanıyordu, piyano çalarken müdahale edilmesine hiçbir şekilde kabul edeceği bir davranış değildi. Bardağından son yudumu aldıktan sonra ana ofise inmenin vakti gelmişti. Kahve içmek iyi gelmiş ona olan öfkesi geçmişti. Ağır adımlarla ofise doğru giderken aklında ne çalacağına dair bir fikri de yoktu. Bugün doğaçlama takılmak en iyisi diye düşündü. Yarım kalan şarkıyı baştan tekrar çalmayı düşündü. Yarım kalan hiç bir şeyi sevmezdi.

            Hiç bir şey olmamış gibi ana ofisin kapısından içeri girdiğinde herkes bilgisayarının başına geçip çalışmaya başlamıştı. Yarım saat öne olan konuşma ne kadar hızla insanlar arasında yayılacağını merak diyordu. Büyük şirketlerde böyle bir olayın yayılım hızı ışık hızına eşdeğer bir hızda ilerlerdi. Yalnız bu dedikodu insanlar arasında yayıldığında kimse ile muhabbeti olmadığı için yanına gelip ona herhangi bir şey soramayacaklardı sadece meraklı gözlerle bakıp onun söylediklerine inanma ihtimali daha yüksekti. Piyanonun tuşlarına bakarken aklından geçenler bunlardı. Parçayı en baştan çalmaya başladı.

            Şarkıyı çalmaya başladıktan sonra onun olduğu tarafa bakıp bakmamakla tereddütte kaldı.  Bilgisayara odaklanmış bir durumda olduğunu düşünerek gözlerini ona doğru çevirdiğinde bilgisayara odaklanmak yerine çaldığı şarkıyı dinlemeye odaklandığını gördü. O kadar güzel bakıyordu ki ne kadar süre bakıştılar bilmiyordu.  Şarkının, “ Sen ne kadar söylersen ben o kadar az biliyorum” cümlesini bilgisayar ekranına bakarak eşlik ettiğinde kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Bakışlarını kaçırıp başka bir parçaya geçtiğinde yüzüne bakma cesareti bulamamıştı. Bu hareketi ile ne anlatmak istediğini anlayamamış üzerine kafa yormak istememiş, çalmaya devam etmişti.

            Öğle molası zamanı geldiğinde herkes bilgisayarın başından kalkıp öğle yemeği yemek için ana ofisten çıkarken, ofiste kimsenin kalmaması ile oluşacak sessizlikle piyano çalmaya devam edecekti. En sevdiği parçaları çalarak bugün yaşadıklarından uzaklaşamaya çalışacaktı.  Bu parçaları çaldıkça bir nebze olsun daha iyi hissedeceğine dair kendini kandıracaktı. Biliyordu ki bugünü unutana kadar bu anı tekrar tekrar düşünmeye devam edecekti. Ana ofiste kendisinden başka kimse kalamamış o dâhil herkes dışarı çıkmıştı. Bir an yalnız kaldığında yanına gelip onunla konuşmak isteseydi tepkisi ne olurdu düşünmeye başlayacakken: “Nisan yine olmayacak şeyleri düşünmeye başladın. Müziğe odaklan!” dedikten sonra ardı sıra çalarken iyi hissettiği bütün parçaları çalmaya başladı. Bazen etrafına bakıp onun sanki bir yerlerden onu izleyip yanına geleceğine dair düşünceden bir türlü kurtulamıyordu. Öğleden sonra herkes gibi ana ofise gelmiş umursamaz bir tavırla bilgisayarının başına geçip çalışmaya devam etmişti.

            Neden böyle bir beklentiye girdiğini anlayamıyor kendi kendine kızıyordu. Sanki gizli bir iple birbirine bağlı gibi hissediyordu. “Gerçekleşmeyecek hayaller kurmaya başladın Nisan hatırlatırım,” diyen aklı bile bu düşünceden uzaklaşamazına engel olamıyordu.  Daha önce hoşlandığı erkeklere herhangi bir biçimde yaklaşamazken onu tanımak adına aralarında bir diyalog oluşması için günaydın bile demişti ama işe yaramamış görmezden gelmişti. Karşılaştığı onca hüsrana rağmen hissettiklerini kendisini en iyi ifade edebildiği yolla yani müzikle denemiş sonuç yine aynıydı. Artık kabullenmenin vakti geldiğinin işaretiydi. Kendince her şeyi yapmış ve bir sonuca ulaşamadıysa kabullenmekten başka çaresi yoktu.

 Not: Hikayede çalınan parça;



Yorumlar

Popüler Yayınlar