Bir Fotoğrafın İçinde Kaybolmak
Birden bire bir fotoğrafın içinde
kayboldunuz mu? Fotoğrafa bakarken,
aniden fotoğraftaki gördüğünüz sokakların içinde kaybolmak. Karşılaştığım bir
fotoğrafta başıma gelenleri anlatayım size.
Kendimi bildim bileli keşfetmeyi
seven bir insanım. Gidip görmek
istediğim birçok ülke var ama her ülkeye elinizi kolunu sallayarak giremiyoruz
maalesef. Bende bu hevesimi bir nebze olsun sosyal medya da görmek istediğim
şehirlerin fotoğraflarına bakıyorum. İleride bir gün belki gidebilirim kim bilir?
Bu fotoğraf ile karşılaştığımda kendimi
birden bire fotoğrafın içinde hissettim.
Fotoğraf Evgeny Lushpin adlı
kişiye ait. Aslında fotoğraf diyorum ama daha dikkatli bakıldığında tablo için
yapılmış bir resim.
Resmi gördüğümde kendimi bir kahve dükkanının içinde bir fincan kahve içerken pencereden dışarıya bakarken buldum.
Nerede olduğumu anlamak için etrafıma
baktığımda yuvarlak masaların dizildiği,
etrafın parfüm gibi kahve kokusunun
yayıldığı insanların mutlu bir şekilde vakit geçirdiklerini gördüğüm bir
yerdeydim. Normal hayatta kullanmadığım beyaz şık üzerinde insanın ilgisini
çekecek motiflerin olduğu bir fincanda kahve içiyordum. Pencereden baktığımda
anlamını bilmediğim yazılar, sakin bir biçimde yolda yürüyen hayatın akışına
dahil olmuş insanlar görüyordum. kahvemi bitirdiğim gibi nerede olduğumu
anlamak için dışarı çıktım. güneş yavaş yavaş batarken akşamın geldiğini haber
veren serinlik tüylerimi ürpetti.
Gökyüzüne baktım. İlerleyen
günlerde yağmur yağacağını gösteren bembeyaz pamuk gibi bulutlar güneşin
yansıması ile uzansam dokunacakmışım gibi geçiyordu. Hala nerede olduğumu
bilmiyordum. Kaybolmanın panikliği yoktu üzerimde. Sakin bir biçimde nereye
doğru yürüyeceğime ayaklarım karar vererek yürümeye başladım. eski olduğu her
halinden belli olan mimarisine hayran kaldığım binaların önünden geçiyordum.
Etrafımdaki ağaçların yaprakları döküldüğüne göre sonbahar mevsimindeydi.
Arnavut kaldırımlı caddeden yukarıya doğru yürüdüm. Nerede olduğuma dair en
ufak bir bilgim bile yok. Sadece yürürken hissettiğim mutluluk paha biçilemez.
Gökyüzünün maviliği binaların camına yansıyor. Attığım her adımda bir sokak
lambası yanmaya başlıyordu. Karanlık belki birazdan gelecekti. Yokuş yukarı
çıkmaya başladığımda etrafımdaki binalara daha dikkatli bakmaya başladım.
bir nakış gibi işlenmiş desenlerine
bakarken balkonda oturan yaşlı bir çift gördüm. karşılıklı kitap okuduklarını
görünce ister istemez gülümsedim. Başka bir balkonda elindeki şarap kadehine
bakarak düşüncelere dalmış genç bir adam vardı. kendisine batlığımın farkında
değildi. daha dikkatli incelemek için durdum. Beyaz bir gömleği, papyon
olduğunu tahmin ettiğim boynunda sallanan bir şey vardı. kısa kesilmiş saçları,
sinekkaydı traşı ile acaba asker olabilir mi düşüncesi geliyor aklıma. Arada bir
etrafına bakmak için başını kaldırıken yüzündeki mutsuzluğa dair bir belirli
göremiyorum. Daha fazla dikkat çekmeden yürümeye devam ediyorum.
Ne kadar yürüdüğümü bilmiyorum ama
yorulduğumu hissediyorum. Gördüğüm ilk
banka oturuyorum. Akşamım serinliğini iyiden iyiye hissediyorum. Evlerinde olan
insanlar oturdukları odanın ışıklarını açıyorlar. Sanki bir müzik melodisi gibi
birbiri ile senkronize bir biçimde açılıyor ışıklar. Üşüdüğümü hissettiğim
halde kaybolduğum resmin içinde hiçbir şey yapmadan oturuyordum. Birden omzuma
şal gibi bir örtü konulduğunu hissettim. Kim olduğunu merak ettiğim kişi yanıma
oturup kokusundan zencefilli bir içecek olduğunu anladığım bir bardak koyarak:
“Il fait froid, un verre de gingembre au lait vous
rechauffera.”
Dediklerinde hiçbir şey
anlamamıştım ama telaffuzundan nerede anlamıştım. bardağı elime aldığımda
yanımdan kalkarak ait olduğu yere doğru gitmişti. İçmeye başladığımda
ısındığımı hissetiğimi üstüme gelen tatlı uydudan geldiğini anlamıştım.
bitirdikten sonra bardağı kırılmayacak şekilde onu görebileceği yere koydum.
Sonra bana verdiği örtüye sarınarak tatlı bir uykuya teslim ettim kendimi.
Yorumlar
Yorum Gönder