Mavi Şemsiyeli Kız Bölüm 1: Akılda Kalan
Ben
buradayım dercesine cama vuran yağmur damlalarıyla şimşeğin parlamasından
ortaya çıkan ışığın aydınlattığı odada tek başına, bir zamanlar sevdiği
yönetmenlerin filmlerini arşivlediği duvarında şövalye üzerinde son fırça
darbesiyle bitirdiği tabloya öylece bakıyordu. Bir an odanın içerisindeki boya
kokusu alışmış olduğu halde hem yaptığı resimden uzaklaşmak hem de kendine
gelebilmek için pencereyi açıp içeriye yağmurdan sonra oluşan tanımlayamadığı
ancak insanı iyi hissettiren o kokunun odasına girmesine izin verdi. Yağmur
yağmaya devam ediyor, herkes uyku halinde olan sokakta hiçbir insan sureti
görünmüyordu. Yükselen binalarla çevrilmiş olsa bile etrafı aniden çakan
şimşek’in aydınlığı gözünü eliyle kapatmasına neden oldu. Şimşek’in
parlaklığından ardından gelecek olan gök gürültüsünün kendinden başka kim
duyabileceğini düşündü. Bebeği uyumayan bir anne, çocuğu hasta olup başında
bekleyen bir baba bu sesi duyabilirdi. Yağan yağmura rağmen hava soğuk değildi.
Pencereden bakmaya devam ederken yağmuru hissetmek için elini uzattı, değen her
yağmur damlasıyla ona bir şeyler hatırlatmasını sağlıyor, gözünün önüne gelen
fotoğrafları daha net görebiliyordu. Hatırladığı her ayrıntıyı unutmamak için her
biri bir yapboz parçası gibi olan kâğıtlara çizmiş hepsini bir araya getirerek
tamamlanana kadar şövalyenin başından ayrılmamış elindeki fırçayı bir an olsun
bırakmamıştı. Yapboz tamamlanmış bir şekilde arkasında duruyordu. Kolunu
uzattığı vakit açık olan gözlerini kapattı yavaşlamaya başlayan yağmurun içinde
ıslanan koluna rağmen düşündü. Düşüncelerine karşılık alamayacağını bilmek
istemiyor bir çıkış yolu bulacağına inanıyordu. Herkes boş yere çırpındığını
düşünüyor ama onu mutsuz etmemek için herhangi bir şey söylemediklerini iyi
biliyordu. Bilinçaltının uydurduğu gerçekte olmayan bir insanı hayal ettiğini
ima etmişlerdi. Gerçekte o kişi var olsa bile onunla karşılaşırsa nasıl tepki
vereceğine dair herkes bir şeyler söylüyordu. Yağmur git gide azalmaya
başlamıştı. Damlalar koluna seyrek düşmeye başlamış artık pencereyi kapatma
zamanı gelmişti.
Pencereyi
kapatmak için bir adım geriye gittiğinde odada onu izleyen biri vardı.
Günlerdir her bir sayfaya aklında kalan yüzün her ayrıntısını çizdiği resim
sanki hayat bulmuşçasına ona bakıyordu. Kapattığı pencerenin camına yasladı
başını, teninin sıcaklığı cama değdiğinde oluşan buhardan bıraktığı izle saatler
geçmesine rağmen zamanın ne olduğunu bilmeden sokağa bakmaya devam ediyordu.
Zamanın bir önemi yoktu, karanlığın hala devam ettiği sokakta hiçbir canlı
belirtisi göstermiyordu. İnsanlar bilmedikleri her şeyden korkarlar tıpkı
karanlıkta kalmak gibi… Karanlıktan korkmuyordu, zira süresini hatırlayamadığı
bir boşlukta karanlığın aslında ne olduğunu öğrenmişti. Yavaş yavaş seyrekleşen
yağmurun cama vurmasıyla çıkardığı seslerinin içerisinde naif sesli müezzinin
saba makamında okuduğu sabah ezanının sesini duydu. Bir süre sonra hava
aydınlanacaktı. Ezanın okunmasıyla birlikte bazı evlerin ışıkları yanmaya başlamıştı.
Kimi işe kimi camiye namaz kılmak için uyanıyordu belki. Karşısındaki
apartmanın giriş kapısının ışığı yandı. Merakla içerisinden nasıl bir insan
çıkacağını bekliyordu. İşe gitmeye hazırlanan biri mi yoksa camiye gitmeye
çalışan ömrünün son demlerini yaşayan biri mi? Kapı açıldığında başında beyaz
takkesi olan ihtiyar bir adam gördü. Seyrek yağan yağmura rağmen şemsiyesini
açıp açmamak konusundaki, tereddüdü yüzünde gördü. Şu an bomboş olan yağmurun temizlediği sokaklar,
yağan yağmura inat ıslanmamak için siyah şemsiyelerini açan insanlar olacaktı.
“Lütfen şemsiyeni açma” duyacağı bir seslenerek kapalı pencerenin arkasından
söyledi. İhtiyar adam onu duymuşçasına şemsiyesini açmadan caminin olduğu yöne
doğru yürümeye koyuldu. Bir insana şemsiye açmadan yağmur altında yürümesini
gördüğünde mutlulukla yüzünde bir tebessüm oluştu. “Keşke açılan yağmura açılan
her şemsiye rengârenk olsaydı, işte o zaman yağmur yeryüzüne daha mutlu şekilde
inerdi,” diye düşündü. Hava yavaş yavaş
aydınlanırken karşı apartmanının kapısı bir defa daha açıldığını gördü. Bu
sefer dışarıya çıkan kişinin siyah şemsiyesi açtığı için yüzünü göremedi. Hızlı
adımlarla yürümeye başladı. Sanki herkes o siyah şemsiyeli kişinin çıkmasını
beklermiş gibi dışarıya çıkmaya başladılar. Hepsinin yağmura karşı açılmış bir
şemsiyesi vardı.
Hava
aydınlanmaya başladığında hayat normal bir şekilde akmaya başlayacak her evin
ışığı yanmaya birer birer yanmaya bakmanın bir anlamı kalmadığını anlayınca arkasına
dönüp baktı. Aslında bir yerde hala yağan bir yağmur vardı. Sadece bir kişinin
şemsiyesi açık değildi. Açmadığı şemsiyesi ile yağmur altında ıslanan,
tanımlayamadığı mavi gözleriyle ona bakmaya devam ediyordu. Yağmura inat
şemsiyesini açmayan, ıslanmaktan,
birazdan duyacağı gök gürültüsünden korkup kaçmayacak bir kız duruyordu
tablonun içinde. Kahverengi önünü
kapatamadığı pardösü içinde, elindeki açmadığı mavi şemsiyesiyle sanki bir adım
atacakmış gibi duruyordu. Uzun ince boylu omuzlarına düşen kahverengi saçları
beyaz porselen gibi bir teni vardı. Bir caddenin tam ortasında ona bakarken
resmetmişti. Eski cumbalı evlerin olduğu zamanında Rum, Ermeni ve Türk’ün bir
zamanlar mutlu bir biçimde yaşadığı şimdi ise sadece iş yeri olarak kullanılan
binaları çizmişti. Her ayrıntıyı hatırlayacak şekilde yerleştirmişti resmin
içine. Kızın hemen arkasında duran sarı binanın altındaki antikacı dükkânı
vardı, yağmur yağdığı için kapısı kapalıydı ama kapının arkasında yüzü belirsiz
olan biri sokağa bakıyordu. Sol tarafta grafiti yapılmış bir duvar duruyordu. Ruh
halini yansıtan gri bir gökyüzü boyamıştı tuvalin üzerine. En ince ayrıntısına
kadar nasıl hatırladığını bilmiyordu. Doktoru onu ilk muayene ettiğinde çıktığı
komadan farklı nitelikler kazanıp yâda kaybedeceğini söylemişti. Fotoğrafik
hafızası kendini bildi bileli vardı. Resim yeteneği kazadan sonra ortaya
çıkmıştı. Yatağının kenarında duran kolinin yanına gidip içine baktı. Yaşadığı
kazadan evvel film yönetmeni olmak istiyordu. Arşivlediği filmlere baktı cevap
bulmak istercesine, bu kadar ayrıntılı hatırlaması daha önceden izlediği bir
filmin sahnesi olabilir miydi diye düşündü. Anlattığı herkes bilinçaltının
yarattığı bir insan olarak düşüncesi vardı ve kimse ona inanmıyordu. Yerinden
kalkıp şövalyeye doğru yaklaştı. Bilinçaltının oluşturduğu bir insan değil, bir
yerde yaşadığını, onu tanıdığını hissediyor ama hayatının hangi karesinde yer
aldığını hatırlayamıyordu:
“Kimsin
sen? Neden aklımın bir köşesinde karşıma geliyorsun? Yaşayıp yaşamadığını
bilmiyorken ” diye tekrar sordu.
“Cevabı
bende değil sende” diyordu gözlerindeki o cesur mavi. “Sen beni bulduğun vakit
cevabını da bulacaksın.”
Karanlık
yerini aydınlığa bırakmıştı. Gök gürlemesi azalmış yağmur yeryüzüne toprağa
kavuşmak için yavaşça iniyordu. Saat alarmları çalmaya başlamış bütün insanlık
yeni bir gün için uyanmaya başlıyordu. Odanın içerisinde kalan yağmur kokusunu
içine çekti. Sanki onun kokusunu içine çekiyormuş gibi kendini mutlu hissetti.
Yatağına uzandığında yorgunluğunu ortaya çıkmıştı. Uyumak istiyor ama kafasındaki düşünceler
uyumasına izin vermiyordu. Bir kişinin
ona inanacağını biliyordu. Aklına gelen fikirle birden kalkıp çalışma masasında
duran telefonunu aldı. Telefondaki saat sabah sekizi gösteriyordu, nerdeyse 24
saate yakın uyumamıştı. Bir çıkış yolu bulmuştu ve uykusuzluğunu bir önemi
yoktu. Hızlı hareketlerle İkra’ya mesaj yazmaya başladı:
“Günaydın,
sana anlattığım yapbozun parçalarının tamamladım. Şimdi geriye onu bulmak
kalıyor. Bana bu konuda yardım edecek tek kişi sensin çünkü anlattıklarıma
senden başka inanan kimse yok. Hayır demeyeceğini biliyorum ama yine de sormak
istedim. Lütfen bana yardımcı olur musun?” yazıp mesajı gönderdi. Artık gönül
rahatlığıyla yatağına uzanıp derin bir uykuya daldı.
Yorumlar
Yorum Gönder