İsimsiz Hikayeler : Boş Saksı

 

O günden beri aradan ne kadar zaman geçtiğini hatırlamadığı halde penceredeki boş saksı her gördüğünde kendisine o tarihi hatırlatır gibi duruyordu. Hiç kaldırmayı düşünmemiş öylece o şekilde bırakmıştı. O saksıdan kalan kurumuş yaprakları koyduğu defterini almak için oturduğu yerden kalkıp kitaplığına doğru yürümüştü. Bitmesine az kalmış olan deftere baktığında onu ne amaçla aldığı aklına gelmişti. Kendince ona küçük bir sürpriz yapıp onu mutlu edeceğini, düşündüğü satırları yazdığı bu defterin artık böyle bir amacı kalmamıştı. Sadece unutmak isteyip unutamadığı hatıralarla dolu bir defterden başka bir şey değildi. Yaşadığı bu olayın geçmesine rağmen kalbi, inatla onu sevmeyi bırakmamıştı. Herkes hayatına bir şekilde devam ederken kalbi onu sevdiği yerde takılıp kalmıştı. Bir ayraç gibi koyduğu kurumuş yaprakların bulunduğu sayfayı açıp okumaya başladı:

 “ bugün bu satırları sana yazmak gibi bir niyetim yoktu. Ama insan yine de anlatmazsa içinden geçenleri zamanla birikir ve bir gün hiç anlatmamak üzere susar. Sana bu satırları bir haber vermek üzere yazıyorum. Bir zamanlar bana verdiğim mavi menekşe çiçeğinin tohumundan çıkan menekşenin yaprakları artık senin gelmeyeceğini kabullenerek soldu. Yerine yeni bir menekşe ise almayacağım.

Bugün güne iyi bir şekilde uyanmıştım. Mutlu muydum bilmiyordum ama kendimi iyi hissedebiliyordum diyebilirim. Sabah kalktım hazırlandım ve hava o kadar güzeldi ki otobüse binmekten vazgeçip üniversiteye yürüyerek gitmeye karar verdim.  Lisedeyken her gün simidini yediğimiz fırından simidimizi bile aldım. Eve gelene kadar sana her mektubumda yazdığım rutin hayatımı yaşadım sanki sen yanımda birlikte beraber her aynı yaşıyormuş gibi… Bıkmadan usanmadan benimle sevgili olmak isteyen arkadaşımı uygun bir dille bana ettiği teklifi ret ettim. Okulda herkesin dilinde olan bu durum ben umursamadığım halde arkadaşlarım bu teklifi neden hala ret ettiğimi bir türlü anlatamıyorum çünkü seni bilmiyorlar onlara seni sevdiğimi ve günün birinde seninle evleneceğimi söylememiştim. Sana daha önce yazdığım diğer mektupların birinde seni anlattığım arkadaşım yüzüme ifadesi bir biçimde bakıp:” Peri masallarında yaşamıyoruz hayatım, lisede olan lisede kalır sen bence kendini kandırıyor olmayasın,” bile dediğinde seninle birlikte büyüttüğüm aşkıma inanıp onun söylediklerine tenezzül bile etmemiştim. Ben sana inanıyordum, bana verdiğim sözlere, gözlerine baktığımda beni sevdiğine… Bugün eve geldiğimde masanın üstünde bir düğün davetiyesi görene kadar.

Eve geldiğimde masanın üstünde gördüğüm davetiye ilk başta ilgimi çekmemişti.  Gitmeyi düşünmediğim bir düğünde kim evleniyor umurumda değildi ama içinde bir dürtü odamın kapısından geri döndürüp o zarftaki düğün davetiyesini çıkarıp kimin evlendiğini ile davetinin üstündeki yazan isimlere bakmamı söylüyordu. İsimleri okuduğumda kalbimin duracağını hissettim.  Mavi menekşenin bir yaprağının solduğunu gördüğümde bu şekilde bir haber alacağımı düşünmemiştim. Annem üstünde duran mutfak önlüğüne ıslak ellerini silerek elimdeki davetiyeyi gördüğünde yanıma geldi:

“buradan taşınsalar bile yine bağımız kopmadı bugün kısa bir ziyaret ettiğinde bıraktı. Şaşırdım görünce seninle aynı yaşta değil miydi? Kısmet işte ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Üstünü değiştirdiysen masaya kurmama yardım et baban birazdan gelir.” Deyip mutfağa geri döndü. Elimde senin adının yazılı olduğu davetiye öylece duruyordum.

Sonra birden bire elimde davetiye ile odama girip bana hediye ettiğin mavi menekşeye baktığımda bütün yaprakları solmuştu. O an kendimi kandırdığımı fark ettim. O gün parkta verdiğim sözü düşündüm. Bir çocuk hayali olduğuna hiç inanmamış bir gün o hayalini kurduğumuz evde birlikte yaşayacaktık ama her kurduğumuz hayalin gerçekleşmeyeceğini bugün sayende öğrendim.

O gün bana uzaklara gideceğini neden söylemediğini düşündüğümde kendime cevap olarak bana edeceğin teklifi kabul etmeyeceğimi düşündüğünden söylememiş olabileceğini düşündüm. Seninle ilgili düşündüğüm her şey aslında bana kalbinde yer verdiğin sevgine inanmamdı. Ama artık o inancımı da yok ettin kendi ellerinle. “

Son yazdığı kelimenin üstüne bir damla gözyaşı düştüğünde mürekkep dağılmış bir şekilde kurumuştu. O gün hissettiği bu duyguları kâğıda döktüğündeki ruh hali hiçbir zaman değişmemişti. Kimseyi sevmemiş, gelen her teklife hayır cevabı verdikçe artık hiçbir erkekten ilgi görmemeye başlamıştı. Yalnızlığından memnundu. O olaydan sonra onunla ilgili hiçbir haber almamış sanki hayatında hiçbir şekilde var olmamış gibi silmişti bütün hatıralarından. Sadece ona mektup niyetine yazdığı defter ve boş saksı kalmıştı geriye.



Bugün izin günüydü ve havanın bu kadar güzel olmasına rağmen odasından çıkmamış bugünün tarihini yâd ederek ona mektup nitelliğinde yazdığı defteri bu son sayfasını okurken salonda oturan mahallenin resmi çöpçatanı olarak gördüğü kişi ile konuşan annesini neden bu kadar sessizleştiklerine göre çöpçatan teyze ona yine bir görücü bulduğuna ve annesini ikna etmeye çalıştığını anlamıştı. Annesini kırmamak adına her görüşmeye gitmiş ama damat adaylarının hepsi bir şekilde hayır demesine rağmen inatla ona hala görücü getirmeye devam ediyordu. Evlenmek istemediğini açıkça söylediği halde bugün nasıl bir damat adayı uygun gördüklerini komşunun gittikten sonra annesini odaya girip kendince anlatmaya başlaması ile öğrenecekti. Kendini belli etmek istercesine odadan çıkıp mutfağa doğru yürüdüğünde annesi sanki normal bir konudan bahsedercesine sesini yükseltmiş, bir fincan çay ile odasına geri döndüğünü gördüğünde konuşmaları yine fısıltı haline dönmüştü.

Defteri aldığı yere koyup, kitabını alıp köşesine geçti kaldığı yerden kitabını okumaya devam ettiğinde ne zaman süre geçtiğini bilmediği bir sırada çöpçatan teyze gitmiş annesinin odasına girmesiyle surat ifadesinden malum aday ile ilgili konuşmaya geldiğini anlamıştı. Her defasında hayır dediği halde yeni bir adayla karşına geliyordu annesi konuşmayan başlamadan:

“Anne ne diyeceğini biliyorum şimdiden o yüzden cevabım hayır. Ben bu halimle yalnızlığımla mutlu bir şekilde yaşıyorken, hayatına birini istemiyorken ısrarla beni evlendirmek için sürekli bir aday ile geliyor? Önceleri seni kırmamak için gidiyordum ama bu sefer kusura bakma anne kimse ile görüşmek istemiyorum. “

“ Hala onu mu bekliyorsun? Kim olduğunu hiçbir zaman söylemediğin kişiyi mi?

“ beklediğim bir kişi yok, sadece kalbim artık kimseye güvenmiyor ve birini sevmek istemiyor anne durum bundan ibaret. Beni ne kadar derecede iyi tanımadığı halde görüşmeye gittiğim insanlar hiç bana uygun değil. Hepsi kendine bakabilecek bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir kadın istiyorlar. Bir insanın kalbi tarafından sevilmek, anlaşılmak istiyorum anne, insan sevildiğini bildikten sonra her şeyi bütün sevgisi ile yapar.  Bu sebeple bugün sana anlattığı her kim ise görüşmek istemediğimi sen mi söylersin yoksa bizzat yüzüne ben söyleyeyim mi?”

“yavrum, senin dediklerini söylemediğimi sanıyorsun? Artık görücü kabul etmediğimiz söylediğim halde bu son gelen kişi ısrarla seninle görüşmek için kapısını aşındırmış kadının. Bunun üzerine geldi bugün, herhangi bir görücü ile görüşmek istemediğini söylediğim halde yine bana seninle görüşmek isteyen kişinin” beni gördüğünde hayır demeyecek” dediği için geldiğini nedir necidir diye olan bütün bilgileri söyledi işte.”

“Anne,  o seni ikna ederse benim de görüşmeye ikna edeceğini düşündüğünden sana görücü ile ilgili bilgiler vermiştir. Sende büyük ihtimalle söylenenlere ikna olmuş vaziyettesin ama sana üzülerek söylüyorum ki her ne kadar benimle görüşmek isteyen o ısrarcı görücü adayına daha görmeden hayır dediğimi iletirsin. Son olarak da yaşın geçiyor bak artık kimse gelmeyecek bu son şansın gibi cümleler kurmanı istemiyorum. Ben yaşadığım hayattan son derece memnunum”

Annesinin bir cümle kurmasına izin vermeden kapıyı kapattı. Pencere kenarında duran divanda dışarıyı seyredecek şekilde oturmaya devam etti. Annesi, onun duyabileceği bir sesle yine her zamanki gibi söylenmeye başladı. Söylenen bütün cümleleri ezbere bildiğinden artık umurunda değildi. Bu sefer kendi dediği olacak ve o görüşmeye gitmeyecekti. Dışarıdaki hayat bütün hızıyla devam ederken yavaş bir biçimde dışarıda olanları izliyordu. Kendi bildi bileli bu mahalledeydi. Her şey değişmiş başka yere taşınanlar, kapana dükkânların yerine açılan farklı tarzda dükkânlar olağanca her şey bir şekilde değişiyordu.  Yıllar sonra onu bulmak istese kendi eli ile koymuş gibi bulabileceği yerdeydi. Gençken insan daha kolay inanıyor, her şeyi başarabileceğini sanıyordu. Verdiği sözü tutacağına inanmıştı. O gün gelip beraber bu günleri nasıl birlikte atlattıklarını hatırladıklarında birbirlerine bakıp gülümseyeceklerdi. Aklında geçen, ona söylemek istediği her şeyi defterde yazılıydı. Birden yanında duran deftere boş kalan son sayfasına baktı. O an karar verdi ona bir veda mektubu yazmalıydı. Eğer bu veda mektubunu yazarsa kalbi artık onu sevmeyi bırakıp bir şekilde huzur bulacağına hissetmişti. Defteri alıp çalışma masasına geçip kalemi aldığı vakit sanki karşısında o varmış gibi yazmaya başladı:

“bu cümleleri kurmak için bu kadar sene neden beklediğimi gerçekten inan bende bilmiyorum. Bugün evlilik yıldönümün ve ben bunun üzerine sana geç kalınmış bir veda mektubu yazıyorum. Okuyup okumayacağını zaman gösterir gerçi bu yazdıklarımı sana ulaştırmak istesem sosyal medyada seni rahatlıkla bulabileceğimden emin olduğum halde yazdığım cümleleri yine de okumanı istemiyorum. Bir nevi kalbimin artık huzur içinde hayatına devam edilmesi için yazılmış olan bir mektup. Düğün davetiyeni ilk gördüğümde bunun bir şaka olduğunu düşündüm. Aramızdaki olan bağı bilen bir kişinin yaptığı çok kötü bir şaka ama öyle değildi. Birbirimize verdiğimiz sözü tutmamış ve sen gerçekten evlenmiştin. Senin evlendiğin gün hayattan öğrendiğim en büyük derslerden biri oldu. İçin ne kadar kan ağlasa bile dışarıya duygularını yansıtmamak sayende öğrenmiş oldum. Düğünlere gitmeyi sevmediğimi bildiğini düşünerek neden düğününe de gelmediğimi anlamışsındır. Annemle babam sana düğün hediyesi taktıkları anda çekilen fotoğrafta mutlulukla gülümsediğini gördüğümde beni ne kadar çabuk unuttuğunu gösteren bir ifadeydi.

Çevremdeki insanlara yaşadığım durumu yansıtmamak benim için ilk başta çok zor bir durumdu. Sana olan sevgimden haberdar olmayan insanlara aramızdaki olan bağı anlatmak istediğimde alacağım cevap aşağı yukarı aynıydı. Bu cevabı duymak yerine seninle ilgili hatırlatacak her şeyden kaçmaya başladım. Sana yazı yazmayı bıraktım, gezdiğimiz sokaklardan geçmedim, simit aldığımız fırına bile uğramdım. Kalbimin sana olan aşkının küllenmesini unutması bekledim. Kalbim inatla seni sevmeye devam ederken, seni sevmesi bırakması için aklımla bir olup elimden geleni yapmaya çalışıyordum ama nafile…

Senden sonra hayatıma dâhil olmak isteyen bir sürü erkek karşıma çıktı ama hepsini ben sevme özürlüsüyüm diye ret ettim. İnatçı olup peşimi bırakmayanlarda oldu, dediğime inanıp hemen peşimi bırakanlarda.  Bir süre sonra artık kimsenin liglisini çekmemeye başladığımı artık yalnızlığımla mutlu mesut hayatıma devam edeceğimi düşünürken hayatıma bu sefer mahallemizin resmi çöpçatanı devreye girdi.

Her ne kadar Allah rızası için bu işi yaptığını söylese de beden dili o şekilde söylemiyordu. Karşısındaki insanı konuşması ile o kadar kolay bir biçimde etkiliyordu ki hangi ara benim fotoğrafımı alıp evlenmeye uygun adaylar kataloguna yer edindiğimde çok şaşırmıştım. Pek de umutlu değildim bana gelecek olan görücü adaylarından sonuçta bir erkeğin ilgisini çekecek bir kız olmadığımı sende biliyorsun. Sahi bu kadar ilgi çekici bir kız olmadığım halde benimle sana göre kısacık benim için bir ömür boyu sürecek bir aşk yaşadın? Bu sorunun cevabını çok düşündüm benim haberim bile olmadan ayrıldığımız öğrendiğim ilk günlerde sonrasında ise cevabımı buldum. Dâhil olmadığım bir oyunda cesaret dediğin için bana çıkma teklifi etmiştin. Oyundaki arkadaşlarının bakışları üzerimizde iken ve ben bunun bir oyun olduğunu bildiğim halde sana evet demiştim. Adı üstünde oyundu ve sırf sen kaybetme diye evet demiştim. Okuldan sonra yanıma gelip ben oyun için değil ben sana gerçekten çıkma teklifi ettim dediğinde sana yine de inanmamış beni ikna edene kadar geçen süreçte çok zorladığımı biliyordum.

Bildiğim şeyleri neden sana anlattığımı bilmiyorum belki geçmişim bir muhasebesini yapıyorumdur. Senden hayatımda pek bir değişiklik olmadı seninle birlikte kurduğumuz bütün hayalleri sensiz de olsa gerçekleştim diyebilirim. Tahmin ettiğin gibi hayalini kurduğum üniversitede istediğim bölümü okuyup iyi bir yayınevinde editör olarak çalışıyorum. Gün gelir belki beni koyduğun gibi bulabilesin diye hala ailem ile birlikte yaşıyorum. Artık bulsan bile ben senin için liseden tanıdığın ailece bir zamanlar görüştüğün bir arkadaşın olarak bileneceğim. Sana veda mektubu diye başladığım yazıya anlattıklarıma bakıyorum da insan içini dökünce ne kızgınlığı kalıyor ne de başka bir şey. Sayfanın son satırlarına gelirken seni bütün kalbimle affettiğimi söylemek isterim. Sana karşı artık hiçbir hissetmediğime yazdığım cümlelerden emin olabilir senden sonra hayatıma nasıl hissettiğimi bilmeden devam ettiğimi bilmelisin. Hayat her zaman dilediğin gibi olsun.”

Defterin son satırına noktayı koyduktan sonra kapatıp kitaplığındaki yerine koyduğunda hava kararmış sokak lambaları yanmaya başlamıştı. Lambanın pencereden yansıyan ışığından odanın içi loş bir aydınlık veriyordu. Perdeyi kapatmayıp bir süre öylece bekledi. Onunla birlikte kurdukları o hayalleri gerçekleştirmiş olsaydı nasıl olurdu diye düşündü odanın içinde oluşan sessizliğe rağmen düşünceleri kafasının içinde büyük bir gürültü oluşturmaktaydı.  Gerçekleşmesi ihtimali olmayan bir düşünce nereden aklına gelmişti? Düşünmeye başladı. İşe yeni başladığı o tecrübesi dönemlerde ilk iş olarak ona yazar adaylarının yazdıkları kitaplarını okumak için her gün binlerce dosya gelirdi.  En ince ayrıntısına kadar bu kitapları okur, içlerinden basıma uygun olanları ayırır ve ay sonu olan yönetim kadrosuna sunardı. Basıma uygun görülen, binlerce baskı yapan ilk seçilen kitabın konusuydu aklına gelenler. Yazar adayı kitabını açıklarken: “ hayatımdaki bir kesit istediğim yönde gitseydi nasıl olurdu düşüncesi ile yazmaya karar verdim. Sonuç olarak bu kitap ortaya çıktı,” demişti. Kitabı okuduğunda gerçekten çok etkilenmiş ve basılması için editörlerin hepsinden gerekli onayı almayı başarmıştı. Kitabın basılan ilk cildi kitaplığında bir başarı göstergesi olarak duruyordu. Bu düşünce ile eğer onunla birlikte hayal ettikleri her şey gerçekleşmiş olsaydı nasıl olurdu?  Aklı: “ Düşünmeye değmeyecek kadar saçma bir düşünce herkes seçtiği yolda hayatına devam ediyor sende etmelisin,” diyerek onu ikna etti. Ama kalbi inatla kendisini ve aklını dinlemeyip bildiğini okumaya devam ediyordu. Perdeyi kapattıktan sonra odadan çıktığında annesi yine her zamanki köşesinde oturmuş televizyon izliyordu.

 Kitap okumayı, televizyon izlemeye her zaman tercih etmişti. Zamanla internetin yaygınlaşması ile kendine bilgi birikimi sağlayacak her türlü film, dizi ve belgesel izlemeye başlamıştı. Odasından yemek dışında çıktığı yoktu. Kendine ait bir dünya kurmuş ve burada mutlu olduğunu hissediyordu. Kültürünü merak ettiği ülkelerden biri olan Japonya ile ilgili bir belgesel izlediğinde hikokomori adında bir kavram öğrenmişti. Odasından genel ihtiyaçları dışında hiçbir şekilde çıkmayan insanlara verilen bir isimdi.  Bu bilgiyi ilk öğrendiğinde kendisi de bir hikokomori olduğunu anlayıp gülümsemişti. Mutfağa girip kendine rahatlamak için bir bitki çayı hazırlamak için su ısıtıcına su doldururken annesi yanına geldi:

“  bana inanmıyorsun dimi? Gerçekten artık evlenmek istemediğini ona söyledim. Israrla seninle görüşmek isteyen bu kişi daha önce evlenip boşanmış biri olduğunu duyunca başta ben hayır dedim. Seni daha önceden tanıyan biri olabilir mi ki bu kadar ısrar ediyor görüşmek için.”

“Belki de umutsuz bir vaka olduğum için ve kendinse hayır demeyeceğimi düşündüğü içinde ısrar ediyor olabilir mi dersin.”

“sen onunla görüşüne kadar benim kapımı aşındıracağı kesin. İşin ucunda değerli bir şey var ki peşini bırakmıyor,”

Bir şey demeden bitki çayının koyduğu bardağa sıcak suyu döküp bardağını aldıktan sonra odasına doğru gitti. Annesi bu davranışına alışkın olduğu için herhangi bir tepki, vermeden oturduğu köşesine geri döndü. Odasının lambasını yaktığından bir gözünü alan ışıkla, gözlerini birden bire kapattı. Gözlerini yavaşça açarak odadaki ışığa alışmasını sağladı. Masasının başına geçip işle ilgili herhangi bir e-posta olup olmadığına baktığında önemli bir şey olmadığını görünce ruh haline uygun filmini seçip dizüstü bilgisayarını alarak pencere kenarındaki divana yerleşti. Tam filmi izlemeye başlayacakken telefonuna gelen bildirimde yanıp sönen ışığa bakmamaya gayret etse de bana bak dercesine yanıp sönüyordu. İzlediği filmi durdurup gelen bildirime bakmak için telefonunu aldığında bilmediği bir numaradan bir fotoğraf gönderilmişti. Fotoğrafta, bir bankın üstünde iki tane karşılıklı duran boş bir bardak vardı. Yanlışlıkla gönderilmiştir diye pek fazla üstelemeden telefonunu kapayıp kaldığı yerden filmini izlemeye devam etti.  Aradan ne zaman geçtiğini anlamadığı bir sürede telefonuna bildirim ışığı yanıp sönmeye başlamıştı. Filmi durdurup aynı numaradan mesaj geldiğini gördü. Biri kendine kötü bir şaka yapma ihtimalini gözden geçirdiğinde hayatına dâhil ettiği insan sayısı oldukça azdı. Bu sefer deniz kıyısının fotoğrafını çekip yollamıştı. “Ne anlatmaya çalışıyorsun?” diye söyledi sanki karşısında kendini duyacakmış gibi. Derin bir nefes alıp yazmaya başladı:

“ Rehberinize kaydettiğiniz numarayı lütfen kontrol eder misiniz? Sizi tanımıyorum ve ilgilenmediğim fotoğraflar göndermenizi istemiyorum,” diye yazıp gönderdiğinde inanılmaz hızlı bir biçimde yanıt geldi:

“ Gönderdiğim fotoğraflar, bende hatırası olan gördüğünde geçmiş zamanı hatırlatacağına emin olduğum fotoğraflardı. Dikkatlice bakarsan hangi hatıraya ait olduğunu hatırlarsın.”

Yazılanları okuduğunda fotoğrafa tekrar bakmayıp kendisine mesaj gönderen kişiyi engelledi. Filmine kaldığı yerden izlemeye devam etti. Kaç kere izlediğini hatırlamıyordu ama izlediği her sahne ona aynı duyguyu yaşatırken bilmediği numaradan gelen mesajı ve fotoğrafları düşünmekten kendini alamıyordu. “ Nasıl bir cesaret bilmediği bir numaraya mesaj yâda fotoğraf atmak. Sırf eğlence olsun diye yapılan sosyal medya diliyle yeni bir akımdı anlaşılan yalnız işine yaramayacak bir kişiye mesaj atma hatasına düştü,” diye kendi kendine düşünürken elinde olmadan fotoğraflara bakmak için telefonu eline aldı. Fotoğrafı açtığında dikkatlice bakmaya başladı. Deniz kenarı olan fotoğrafta boğaz köprüsü belli belirsiz gözüküyordu. İki tane ağacın gölgesine konulmuş banklar vardı, denizin maviliği göz alıcı biçimdeydi.  Etrafında denizin kokusu çekecek oturan başka insanlar yoktu. “Acaba, “ diye geçirdiğinde içinden oturduğu yerden kalkıp günlük dediği defterini koyduğu yerden geri aldı. Geçmiş zaman hayatına dair bütün anılar bunun içerisinde yazılıydı.  Sayfaları hızlıca karıştırmaya başladı. Eğer onunla deniz kenarı bir yere gittiyse kesin olarak bu defterin sayfalarına yazdığına emin olmak istercesine bakıyordu. Sonunda aradığı sayfayı bulduğunda okumaya başladı:

“ Bugün hayatımda inanılmaz bir şey oldu. Hala acaba bana yapılan bir şaka mı diye düşünmeden edemiyorum. En iyisi olayı ben sana en başından anlatayım. Daha önce anlatmıştım beğendiğim çocuktan oyun olsa bile çıkma teklifi aldım diye gerçek olmasa bile beni o an çok mutlu etmişti ve bunu karşı tarafa yansıtmadan oyunu kaybetmesin diye evet demiştim. Adı üstünde oyun ciddi bir durum yoktu bana göre etrafında bu kadar güzel kızlar dört dönüyorken bana bakma ihtimali bile yok. Hemen olaya giriyorum.

Öğlen dershane çıkışı canım eve gitmek yerine denizin kokusu ile huzur bulduğum, yol kenarındaki parka gittim. Banka oturmadan evvel madem keyif yapacağım bu tam manası ile olmalı dedim kendime ve karşıdaki pastaneden kendime güzel bir pasta aldım. Tabii bir de meyve suyuJ  Bana ait olduğunu düşündüğüm banka oturdum pastamı yemeğe başladım. Bir taraftan denizin kokusu bir taraftan yediğim pastanın muhteşem tadı ile o an dünyanın en mutlu insanı bendim. Mutlu bir şekilde pastamı yerken bir tane kediayaklarımın altında dolanmaya başladı. O kadar masum gözlerle yüzüme baktı ki karnının aç olduğunu anladım ama elimdeki pasta onun yemesi için uygun bir yiyecek değildi. Beni burada bekle dedim, bir koşu pastaneye gidip süt ve bir dilim kek aldım. Keki ufalayıp üstüne sütü döktüğümde iyice ezdikten sonra diye verdiğimde büyük afiyetle yemeye başladı. Ona bakarak bende mutlu bir şekilde kaldığım yerden pastamı yemeye devam ettiğimde burnuna tanıdık bir erkek parfümü kokusu geldi. Kokunu geldiği yöne doğru baktığımda onu gördüm. Gülümseyerek bana bakıyorken şaşkınlık içerisinde kalmıştım ve beni ne zamandır izlediğini bilmiyordum. Kendinden emin adımlarla yanıma yaklaştı:

“Oturabilir miyim?” dediğinde yana kaydım ama heyecandan bana ne dediğini duymuyordum bile gözlerimi dikmiş ona bakıyorken o gülümseyerek bana bir şeyler anlatıyordu. Sonra birden elindeki fotoğraf makinesindeki fotoğrafı bana gösterdiğinde dünyaya geri dönmüştüm. Kediye bakarken yüzüme yansıyan mutluluğun yansımasını çekmişti kendince. O gün hayatımın artık eskisi gibi olmayacağını anlamıştım. Annem arayana kadar ne kadar zaman konuştuğumuzu anlayamamıştım bile yanından ayrılırken:

“ Yarın yine buraya gelebilir misin sana söylemek istediğim bir şey var,” dediğinden beri ne söyleyecek acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yarın bir an önce olur mu?”

Bu sayfadan sonra diğer sayfaları okumaya devam etmedi çünkü her şey, hatırlamıştı. Ertesi gün orada buluştuklarında ona olan ilgisinden ettiği tekfinin bir oyun değil gerçek olduğuna, aralarında başlayan aşk o taşınana kadar yoğun bir biçimde devam etmişti. Son buluşması olduğunu bilmeden gittiği o gün birbirlerine bir söz vermişti. O günün sonunda ondan ayrıldıktan sonra kırtasiyeye gitmiş ve ona dair tüm hissettiklerini yazdığı defteri almış onun düğün davetiyesini görene kadar her gün olmasa bile belli aralıklarla yazmıştı.

Mesaj atan kişinin o olduğuna emin olmuştu. Geçen onca zamandan sonra hangi cesaretle kendisi ile konuşmaya çalışıyordu. Kendisine hiçbir açıklama yapmadan hayatından çıkan insana herhangi bir sorumluluğu yoktu. Aniden gelen bir fikirle odasından çıkıp salona annesinin yanına gitti. Televizyondaki diziye iyice dalmış olan annesine:

“ Anne, bana talip olan o adamla bu hafta sonu görüşmek istediğimi söyle bakalım gerçekten kendisine evet dememi sağlayacak mı?”

Annesinin bir şey demeden yanından ayrılıp odasına geri döndü. Annesi her şeyi idrak ettikten beş dakika sonra odasına gelme ihtimali vardı. Hayatı ile ilgili bir şey biliyorsa o adamla buluştuğunu da bir şekilde duyacaktı. Cevabı şimdiden belliydi ama onun kendisini beklemediğini anlaması için aklına gelen ilk planı devreye sokmuş sonrasında pişmanlık duyacağı bir dur4um olup belki günlerce sürecek bir depresyona davet ettiğinin farkındaydı. Kalbinin artık onu unutması için bunu yapması gerektiğine inandırmaya çalıştı. İçinde kopan fırtınaları kimse bilmediğinden herkesin hayatını iyi bir şekilde sürdürdüğünü düşünüyordu. Evet, onun varlığını onu düşünmeyerek yok saymış hiç var olmadığına inanarak hayatına devam etmişti. Düğün davetiyesi ile odasına girdiğinde birbirilerine verdiği bir sözü hatırladı:”Kalben birbirimize bağlı olduğumuz için iletişime geçmek için birbirimiz aramamıza gerek yok, sen her zaman burada yanı başımdasın,” dediğinde vakit kalbini gösterdiğinde saf haliyle sevdiğine inanmıştı. İnsan, yeni yetme zamanında özellikle âşık olduğunda dünyayı her şeyde mutlu olabilecek kadar tozpembe, her şeyi de halledebilecek kadar güçlü hissediyor fakat tozpembe balon patlayıp yere çakıldığında kendisinden başka kimse kalmıyor kırılan parçalarını toplamaya. ,

Ani bir biçimde verdiği karar için buluşacağı gün gelip çatmıştı.  Görücüyü ayarlayan çöpçatan teyze büyük bir umutla bu sefer evlenecek gözü ile bakıyor, aday hakkında ne biliyorsa anlatıyordu. Söylediği hiçbir cümleyi duymuyordu aslında karşısında sadece konuşan bir insan vardı sadece. Verdiği karadan sonra annesi ile bu üzerine konuşmamış sadece buluşma gününü beklemişti. Sanki bir izin gününde tek başına gezmeye gider gibi rahat bir biçimde giymiş bunu gören çöpçatan teyze:

“Kızım bu kıyafetle sana görücü olarak gelsem ben bile beğenmem. Bence daha şık bir şey giyinmelisin,”

“Siz dememiş miydiniz yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum: Benimle görüşmek için kapınızı aşındıran aday beni gördüğünde hayır diyemeyecek diyen? Madem bu kadar iddialı o zaman etkilesin beni bakalım,” dediğinde ikisi de cevap verecek bir söz bulamamıştı. Şuan sadece yürümek istiyor aklındakileri toparlamak istiyordu. Buluşacağı kişiye ilk önce dinlemek sonrasında duruma göre onun anlayacağı şekilde hayır cevabını verecekti. Eğer bu hayatta neler yaşadığını biliyorsa bir sonraki hamlesini de biliyor olacaktı. Bu düşüncelerle apartmandan çıkıp insanın içini ısıtan bir havanın hâkim olduğu bir günde yürümeye başladı.

Kafasında buluşacağı kişi ile nasıl konuşacağını az çok karar vermişti. Yalnız, bu buluşacağı kişi diğerlerinden farklı olarak buluşmak için çok farklı bir adres vermişti. Genelde bu tarz buluşmalar alışveriş merkezi gibi kalabalık olabilecek bir yerde eğer karşı taraf göz boyayacaksa pahalı bir restoranda ya da yemek katında herhangi bir yerinde olurdu, tek gidilmez anne muhakkak gelir uzaktan çiftin konuşmasına hal ve hareketlerinde anlaşıp anlaşamadığına bakardı. Görücü buluşmalarını ciddiye almadığından annesiyle hiçbir zaman birlikte gitmemiş annesi de gelmek için ısrar etmemişti.  Bu tarz buluşmalarda edindiği tecrübeler aşağı yukarı bu şekildeydi. Damat adayı genellikle ataerkil bir aile tarzında yetişmiş olup kendisini tanımadan ne istediğini bilen biri olmuyordu. Aradığı sadece her şekilde bütün ihtiyaçlarını karşılayacak birini bulmaktı. Konuşmanın ilk dakikalarında neler beklediğini nasıl biri olmasını istediğini anlatamaya başlayacak ne yapıp ne yapmaması gerektiğini anlatacaktı. Konuşması bittikten sonra damat adayına bakarak kuracağı cümleden anlayacağı tek söz hayır olacağı için nefesini boşluna tüketemeden an az cümle ile bu görüşmeyi bitirirdi.

Bu düşüncelerle birlikte buluşma yerine kısa sürede varmıştı. Sessiz, fazla kimsenin olmadığı bir parktı. Yakınlarda okul varsa şayet lise sevgililerinin eve gitmeden önceki buluşma noktası olabilecek bir yerde damat adayı ile görüşecekti. Böyle sakin bir yerde buluşmak isteyen değişik biri ile konuşacaktı. Boş bankların birine oturdu. Görüşeceği kişinin kim olduğunu bilmiyordu. Saatine baktığında buluşma saatine zaman vardı. Yanında getirdiği yazar olmak isteyen birinin dosyasını okumaya başladı. Roman olarak yazılmış bir dosyaydı ve ilk cümlesi tecrübesiz bir yazara göre gayet iyi bir başlangıç yapmıştı. Okuduğu sayfalar ilerdikçe dosyada yazılan dünyaya iyicene kendini kaptırmışken burnuna etkileyici bir erkek parfümü kokusu geldiğinde görüşeceği kişinin yakınında olduğunu anladığında başını hafifçe kaldırıp kokunun geldiği yöne baktı. Karşısında kişi gülümseyerek ona bakıyordu. Gözlerine inanmamıştı. Aradan geçen onca zamana rağmen hiçbir şey olmamış gibi karşısına gülümseyerek çıkmasına bir anlama vermemişti. Aynı rahatlıkla yanına oturdu:

“sana attığım fotoğraftan sonra bu hamleyi yapacağını biliyordum. Seninle görüşmek için kendime verdiğim cesaret sonucu karşımdasın. Beni bekle demiştim ve gerçekten sözünü tuttun. Biliyorum aklında bir sürü soru var merak etme hepsini cevaplayacağım. Neden bu şekilde karşına çıktığımdan tut sensiz geçen her günümün nasıl bir işkence olduğunu anlatacağım. Seni o kadar çok özlemişim ki sonunda aradan geçen onca seneye rağmen her şey sanki dün yaşanmış gibi…”

Suratında hiçbir duygu ifadesi olmadan onu dinlerken kendisine hiçbir açıklama yapmadan hayatında artık hiçbir erkeğe güvenmeme gibi bir korku yerleştiren kişi karşısında hiçbir şey olmamış gibi ulaşmak için yaptığı her şeyi onaylanmak, kaldığı yerden devam etmek istediğini anlatıyordu. Aklından değil kalbinden sinirlendiği hissetti. Artık bir şey demeyecek misin dercesine mutluluk ile bir çift göz ona bakıyordu. Gözlerini ondan ayırıp karşı taraftaki boş salıncağa bakarak konuşmaya başladı:

“Düğün davetiyeni gördüğümde nasıl hissettiğimi biliyor musun? Bilmiyorsun nereden bileceksin ki çünkü sen yeni bir hayatın temellerini atmakla meşguldun. Ne hissettiğimi söyleyeyim sana; saf, gerçekten sana olan aşkımın sevgisinden oluşan beni seviyor saflığından başka bir şey değildi. Şimdi düşünüyorum da gerçekten bana çok güzel bir oyun oynamışsın. Parkta bana ilerde bir gün benimle evlenir misin dediğinde bende sana evet dediğimde dünyanın en mutlu insanı bendim. Ertesi gün taşındığınızdan haberim bile yoktu. Sadece bana ankesörlü bir telefondan beni arayıp uygun bir zamanda her şeyi açıklayacağını söylediğin cümleden güç alarak düğün davetini gördüğüm güne kadar bekledim seni… Sana güvendim beni seviyor dedim kendime ama yalnızca kalbimi ve kendini kandırmışım meğer. Zamanla kendimi iyileştirdim ama kalbim seni sevmekten vazgeçmedi. Şimdiye kadar… Şimdi karşıma geçmiş onca seneye rağmen benim nasıl bir halinde olduğumu bilmeden hiçbir şey olmamış gibi hayatıma dâhil olma hakkını sende görmüyorum. Artık doğruluk ve cesaret oyununda değil gerçek hayattayız ve karşısında maalesef ki senin yüzünde insanlara karşı en ufak bir güven kırıntısı bile barındırmayan bir kişi var. Yarattığın eserinle gururlanabilirsin. Artık benim hayatımda yerin yok. Kalbimin en ücra yerine gömdüm seni. Benim için yaşamıyorsun artık. O yüzden benim karşıma nasıl çıkma cesareti bulduysan, aynı cesaretle buradan gitmeni istiyorum.”

Şaşkınlık içerisinde kalmıştı duyduğu sözlere yerinden kalkıp ağır adımlarla yürümeye başladı. Yavaş yürüyordu, belki bir umut arkasından gelir diye hissettiği tek şey buz gibi vuran son cümleleriydi:

“ Bana verdiğin tohum yaprak dökmeye başladığında anlamalıydım bana olan ihanetini… Boş saksı gibi hiçbir anlamın yok artık benim için…”

 

 

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar