Hayalet Kelimeler Bölüm 7
İlkyazımı yayınladığımdan beri her sabah daha bir mutlu uyandığımı fark ettim. Yazdığım ilk yazıdan bu yana hızlı olmasa bile belli bir okuyucu kitlesine ulaşmaya başlamıştım. Bir taraftan penceredeki adam romanımı yazarken bir taraftan kısa hikâyeler yayınlıyordum. Onlar beni hayalet yazar olarak biliyorlardı. Fiziken nasıl olduğum kimseyi ilgilendirmiyor sadece yazdığım her cümlede benim nasıl bir insan olduğumu çözmeye çalışıyor gibiydiler. Okuduğum yorumlarda cümlelerimdeki her mutluluğu hissettiklerini anlayabiliyordum. İnsanlarla bir şekilde kendimi, yapmak istetip yapamadıklarımı yazarak iletişim kuruyordum. Eskisi gibi can sıkan bir ruh hali ile uyanmıyordum ve bu yazdıklarıma yansıyordu.
Penceredeki adamı yaz başında balkonda otururken fark etmiştim. Giriş katı bir dairede oturduğu halde penceresini net bir şekilde görebiliyordum. Her sabah istinasız pencerenin yakınındaki koltuğa oturup geçen otobüslerin hepsine el sallıyordu. Bazı otobüs şoförleri ona geri selam vermek için kornaya basıyorlardı. Hiçbir zaman asık suratlı bir halde görmedim. Yüzünde gülümsemesi eksik olmayan bu adamın nasıl bir hikâyesi olabilir diye düşünmeye başladım. Tek başına mı yaşıyordu yoksa ailesi var mıydı bilmiyordum. Yazı defterimi alıp ona nasıl bir hayatı olabileceğini düşünerek yazmaya başladım. Oturduğu dairesinden ne yaptığına neden herkese el salladığına dair kendimce bir neden bile bulup yazmıştım defterime. Yorulduğumu hissedip içeri girdiğimde telefonuma abimden gelen mesajı gördüm. Neler yapıp yapmadığımı soruyordu. Babamın ona daha çok iş yüklemesiyle bana fazla zaman ayıramadığı için ister istemez aramızda bir mesafe oluşuyordu. Üzülüyor muydum? Aslında alıştığım yalnızlığımla pekte üzüldüğüm söylenemezdi. İyi olduğumu beni merak etmemesini yazıp geri gönderdim.
Yazmak istediğim hikâyenin iyi olabilmesi için kafamı toparlamam gerektiğini biliyordum. İşitme yetimi kaybetmeden önce müzik dinleyerek kendime gelirdim. Şimdi ise yazarak kendimi gelebiliyorum. Yazdığım her kelime beni bir nebze olsun içinde yaşadığım her şeyi dışa vurmamı sağlıyor. Doğaçlama olarak yazmayı düşünmediğimden hikâyeyi donatabileceğim materyaller bulmam için kütüphaneye gitmem gerekiyordu. Okul zamanında üye olduğum kütüphaneye tanıdıkları için rahatlıkla kartımı gösterip içeriye girip kimsenin benimle konuşma zahmetine gerek kalmayacaktı. Defterime bu cümleleri yazarken rahatladığımı hissediyorum. İnsanın şu hayatta herhangi bir amacı olması onu yaşama bağlayan en büyük nimetlerden biriydi. Önceden amacım insanların hayatına değer katacak kitaplar okutmaktı şimdi ise onların hayatına değer katacak yazılar yazmaya başladım. Ulaştığım her insan hikâyelerimi okudukça değişen bakış açılarını hissedebiliyordum.
Yazımı bitirip defterimi yanımdaki sehpaya bıraktığımda lambanın yanıp sönmesi ile kapının önünde birinin olduğunu anladım. Akşamın bu saatinde kim gelebilirdi ki? Düşünmeye başlamıştım. Olabildiğince sessiz bir biçimde kapıya doğru gidip küçük pencereden perde arkasından bakmaya çalıştığımda kimseyi göremedim. Akşamın bu saatinde zile basıp kaçan çocuklar olmazdı. İçimdeki merak duygusu kapıyı açmamı söylüyordu. Kapıyı açmak içim bir adım atarken yerde duran beyaz bir zarf gördüm. Üstünde herhangi bir yazı yoktu. “Bu devirde mektup yazan kaldı mı ki” diye düşündüğümde elimdeki mektupla salonumdaki koltuğa oturdum. İçinde 4 katlanmış bir kâğıt olan küçük beyaz bir zarfa bakıyordum. Kâğıtta yazılanları okumadan ne olduğunu bilemezdim. Zarfa zarar vermeden açtım. Bir nakış gibi özenle yazılmış olduğu mektubu okumaya başladım:
“ İyi Akşamlar, Beyefendi
Uzun zamandan az bir süredir sizi balkonda bilgisayarınızın başında yazı yazarken görmekteyim. Anladığım kadarı ile yazmaktan mutlu olan bir insansınız ve bunun mutluluğu yüzünüze her şekilde yansıdığını görebiliyorum. Kusura bakmayın size kendimi tanıtmadım. İsmin Asaf Demir bir zamanlar büyük bir bahçesi olan bir konak iken şimdi yerine apartman dedikleri bir yerin giriş katında oturmaktayım. Belki dikkatinizi çekmiş midir bilmiyorum ama çevredeki insanlar bana otobüse el sallayan adam diye tanırlar.
Kendimi tanıttığıma göre bu mektubu size neden yazdığımı anlatmak isterim. Elinizdeki mektubu okumak yüzünüzde bir şaşkınlık ifadesi oluşmuş olabilir. İnsan belli bir yaştan sonra şimdiki zamana ayak uyduramıyor. Eğer bir hikâye yâda roman yazıyorsanız size yazınıza katkı sağlayabilecek hikâyelerimin olduğunu, bu hikâyelerin benden sonra yaşamasını istediğim için eğer kabul ederseniz kaleminizle hayat vermenizi istiyorum. Eğer kabul ederseniz sizinle tanışmak uygun bir zamanda hikâyelerimi anlatmak için konuşmak isterim. Sizin için hangi gün uygunsa kapım açık istediğiniz zaman gelebilirsiniz.
Saygılarımla
Asaf Demir”
Şaşırmış bir vaziyette elimdeki mektuba bakarken yazmakta olduğum hikâyenin kurgusal olarak düşündüğüm kahramanı kanlı canlı karşımda bana bir şeyler anlatmak istiyordu. Karşısına oturup onunla normal insanlar gibi iletişim kuramazdım. İstediğim her şey karşımda duruyor ben bir şey yapamadan koltuğumda öylece oturuyordum. Ayağa kalkıp salonun bir ucundan diğer ucuna yürümeye başladım. Düşünmem gerekiyordu. Abim ve sanal âlem olmadan ilk defa biri ile yüz yüze iletişime geçecektim ve sanki bir topluluk önünde konuşacak kadar heyecanlı nasıl adım atacağımı bilmiyordum. Masanın üstünde duran mavi defterim gözüme takıldı. Bana mektup ile ulaşmıştı ve mektubuna cevap vermeliydim. Yazdığım mektubu o pencerede oturmaya başlamadan bırakmalıydım.
Beyaz bir kâğıt alıp mektubu yazmaya başlamak için kitaplığımın bulunduğu odaya gittim. Çalışma masamın çekmecesinden aldığım kâğıtla, kendimi kısaca tanıtıp mektubu almaktan mutluluk duyduğumu hikâyelerini dinlemeyi çok istediğimi ama işitme engelli olduğumu yazdım. Mektubu baştan aşağı okuduğumda Asaf Bey ‘in hikâye anlatma teklifini reddeder bir ifade ile yazdığımı fark edince baştan yazmaya karar verdim. Tekrar yazmaya başlamadan önce kitaplığıma bir göz gezdirirken aklıma gelen bir fikri uygulamaya karar verdim. Mektubu yazıp bitirdiğimde büyük bir zarfın içine anılarını anlatmak için bir defter koydum. Bu deftere anılarını yazacak ve okuduğum anılara göre kayda değer hikâyeler yazacaktım.
Sabah uyandığımda masamın üstünde duran zarfı alıp evden çıktım. Eve girdiğim günden beri sadece hava almak için evimin bahçesine çıkarken bir anda uzakta kaldığım dış dünyaya dâhil olmuştum. Asaf bey’in oturduğu apartman karşı caddedeydi. Balkondan bakıldığında yakın görünen yer şimdi uzun bir yürüme mesafesindeydi. İnsanlar bir yere yetişme telaşında hızlı adımlarla yürüyorlardı. Kimisi müzik dinleyerek kimisi hararetli bir biçimde konuşarak hayata dâhil oluyorlardı. Sakin adımlarla karşıya geçeceğim ışıklara doğru yürüdüm. Kalabalık ortama dâhil olmak iyi hissettirmişti bana, etrafında oluşan bütün sesleri duymasam bile insanları gözlemleyerek bir şekilde yaşama dâhil oluyordum. Bir şekilde alışmıştım sessizliğe sadece insanlarla iletişime girmekten korkuyordum. İşitme engellim olmadan evvelde çok fazla konuşkan bir insan değildim şimdi daha fazla içime kapanır olduğumu biliyordum. Yanımda duran kıza farkında olmadan çok dikkatli bakmıştım ki bana “ Ne bakıyorsun be “ dediğini surat ifadesinden anlamıştım. Etrafıma bakmaya devam ederken birden gözlerimi kapayıp burnuma gelen farklı kokularla algılamaya çalışıyordum. İlk önce mahlep kokusu ile yakın çevremde bir pastane, yaprak ve çiçek olduğunu anladığım bir koku ile park vardı. Kulağıma gelen adım sesleri ile gözlerimi açtığımda yeşil ışık yandığını görünce yavaş adımlarla karşıya geçerken acelesi olan birisi omzuma sert bir biçimde geçirerek yanımdan müsaade istemeyerek geçti. Sert bir şekilde omzuma temas ettiğinde kim olduğuna baktığımda sinirli bir yapıya sahip bir insan olduğu her halinden belliydi. Yavaş adımlarla elimdeki sarı zarfla birlikte Asaf Bey’in evine doğru yürümeye başladım. Cadde üzeri otobüs durağının tam karşısındaydı. Balkonumdan caddenin tamamını göremediğimden ilk girişte beni karşılayan bir mezarlık oldu. Çam ağaçlarının gölgesinde mezarlığa bakarak yürümeye oldan geçen başladım. Burada edebi uykusunda yatan insanlar nasıl insanlardı Allah bilir. Yürümeye devam ettiğimde otobüslerin çıkardığı egzoz gazlarından caddenin ne kadar gürültülü olduğunu az çok tahmin ediyordum. Eve yaklaştığımda Asaf Bey penceresinde Türk kahvesini içiyordu. Beni fark edince el salladı, hızlı adımlarla oturduğu pencereye doğru yürüdüğümde gülümseyerek bana bakıp bir taraftan kendisine selam veren otobüs yolcularına el sallıyordu. Asaf Bey’in yakınına geldiğimde gülen mavi gözleri ilk dikkatimi çeken oldu. Pencerede oturmasına rağmen üstüne giydiği beyaz gömlek ve rengini anlayamadığım bir kravat ve gri olan bir hırka giymişti. Türk kahvesi fincanı zarif desenlerden oluşuyordu. Yüzünde oluşan gülümseme ister istemez gülümsememe sebep olmuştu. Bir şey demeden zarfı uzattığımda şaşkınlık içerisinde bana bakmıştı. İki dudağının ucunda çıkan kelimeleri duyamamanın sıkıntısı ile yüzüne bakamadan geldiğim yolu geri dönmüştüm. Güneşin hissettirdiği mutluluk yerine masmavi bir hüzün bırakmıştı bende. Yaptığım davranıştan dolayı kendime kızıyordum sadece. Ona yazdığım mektupta neden bu şekilde davrandığımı anlayabileceğini umuyordum.
Evin sokağına girmeden önünden geçtiğim fırından gelen taze ekmek kokuları ile kendimi ekmek almak için fırında buldum. Tezgâhtar bana bakarak:
“Kaç ekmek istersin abi,” dediğini tahmin etmiştim. Elim ayağım dolaşmış bir biçimde ne diyeceğimi bilemeden kalakalmışken tezgâhtar bana bakmaya devam ediyordu. Çiçeklerim dışında her hangi bir insan ile konuşmamıştım. Konuşmadan bilemezdim ne olacağını. Ses tonumun nasıl çıkacağını bilmeden bir tane ekmek istediğimde yüzünde herhangi bir ifade olmadan ekmeği verdi. Ücreti ödemek için kasaya yöneldiğimde aklımda sorular dönüyordu. Parayı verip fırından apar topar çıktım. Konuşurken herhangi bir değişiklik olsaydı sesimi duyduklarında yüzlerinin alacağı ifadeden anlardım. Onlar ise normal bir şekilde ses tonumda bir farklılık olmadan bakmışlardı. Konuşurken çıkan ses tonumda herhangi bir farklılık yoksa o zaman insanlarla bir şekilde iletişime kurabilirdim ama onların ne dediğini nasıl anlayacaktım?
Yorumlar
Yorum Gönder