Mavi Şemsiyeli Kız : Final


Mavi Şemsiyeli Kız Tablosu tamamlanmadan bir ay önce…

Doktor kontrolü dönüşünden eve doğru annesi ile birlikte gelirken daha önceleri etrafına bakarken şimdi yürürken sadece yere bakıyordu. Annesi bu durum karşısında endişe duyuyor aklına hep doktorun söyledikleri geliyordu:

“ 6 dakika kalbi durduğu için ölü sayılıyor ve o süre zarfında vücudu ile ilgili olabilecek her türlü olası semptomlar için bütün tetkikler yapıldı ve süre sonucunda her şeyi temiz çıktı. Düşme esnasında oluşabilecek beyin sarsıntısı ile ilgili herhangi bir semptoma rastlamadık.   Gayet sağlıklı bir birey olarak hayatına devam edebilir. Ruh sağlığı açsısından endişe duyuyorsanız size hastanemizin psikiyatri bölümüne gitmenizi öneririm.”sözleri kulaklarından gitmiyordu. Oğlu deli değildi, bu durgunluğunun sebebi ne bilmiyordu ama bir gün geçeceğine inanıyordu.

Eve geldiklerinde her zamanki gibi odasına doğru gitmişti. Kimseyle muhabbet etmiyor, kazadan önceki Erkan ile apayrı bir kişi duruyordu.  Durmadan birinin yüzünü hatırlamak istercesine karakalem çizimi yapıyor bir yapbozu tamamlamaya çalışıyor gibiydi. Filmlerini dizdiği rafa, sevdiği filmlerin posterlerini astığı köşesine baktı. Bir anlam ifade etmiyordu. Oturduğu sandalyeden kalktı ve duvarda asılı olan posterleri çıkarmaya başladı. Bantlı yerlerini dikkatlice çıkarıp arkasına yapıştırıp düzgünce katladı. Duvardaki bütün posterleri düzgünce katladıktan sonra masasının bir köşesine koydu. Sıra raftaki filmlere gelmişti. Filmleri kaldırmadan önce onları yerleştirmek için kutu gibi bir şey bulmalıydı. Odasından çıktığı gibi doğruca mutfaktan girişi olan balkona doğru gitti. Annesinin belki bir gün lazım olur diye ayırdığı eşyaların bulunduğu köşeye işine yarayacak kutu var mı diye bakmaya başladı. Bir tane işine yarar kutu bulmuştu. Mutfaktan kâğıt peçete ile bir güzel tozunu aldıktan sonra odasına girip raftan almayı düşündüğü filmlerini özenle yerleştirdi, posterlerini yine aynı şekilde düzgün bir biçimde kutuya yerleştirdi. Duvarda sadece boş raflar kalmıştı. Çalışma masasının üstündeki yaptığı karakalem çalışmasına baktı. Bir çift gözle başladığı çizimine kaşlar, burun ve dudak kısmını ekleyerek tamamlamıştı. Yaptığı her çizim sonunda şaşırıyordu çünkü kalemi eline aldığı gibi istemsiz bir biçimde bu kadar iyi çizebildiğine halen inanamıyordu. Daha önceden böyle bir yeteneği olmadığını gayet iyi hatırlıyordu. Fotografik hafızaya sahip olduğunu çizim yeteneği ile öğrenmişti. Daha önce nerede gördüğünü hatırlayamadığı yüzü çizmeye çalışıyordu. Bu böyle olmayacak diye düşündü. Topladığı eşyalarını koyduğu kutuyu çalışma masasının kenarına yerleştirirken biraz yürümenin kendisine iyi geleceğini düşündü. Odasından çıktığında annesinin ona baktığında değişmeyen endişeli yüzü ile:

“Nereye gidiyorsun Erkan ?”

“Yürümeye ihtiyacım var çıkıp kendime gelmek istiyorum anne.” Dedikten sonra annesinin bir şey demesine fırsat vermeden kendini dışarı attı. Her ihtimale karşı çizim defterini yanına aldı. Bir zamanlar kısa film çekmek için not aldığı defterin yerini çizim defteri almıştı. Gözünün önüne gelen bu yüzü neden unutmamak için çizdiğini bir türlü anlayamıyordu. Birleştirilmesi gereken bir yapboz gibi duruyordu karşısında ve tamamladığında cevabını alacağına emindi.  Etrafında gördüğü insanlar bir yetişmek için zamanla yarışıyor gibiydiler. Trafikte sabrı kalmamış sürücülerin sabırsız korna sesleri, işe gidenler, yolun ortasında muhabbet yapanlarla doluydu. Herkesin bir amacı varmış gibi çalışıyordu. Kendisinin de bir amacı vardı bir zamanlar ama şimdi o amaç bile anlamsız geliyordu. Otobüs durağına gitmek için karşıdan karşıya geçmek için yeşil ışığın yanmasını beklerken arkasında duran iki kızın konuşmasına kulak misafiri olmuştu:

“Bugün sinemaya gidelim mi ne dersin? Vizyondaki filmlere bakmadım ama…”

“  Vizyondaki filmlere baktım ama güzel bir film yok artık. Önceden filmlerin bir anlamı vardı ana göre şimdi ise özgün bir senaryo yok hemen kitap uyarlaması yapıyorlar. Bu da insanın izleme şevkini kırıyor.”

Sinema, kelimesini duyunca tuhaf hissetti kendini. Bir zamanlar kendini ifade etme biçimiydi sinema filmi yapmak. Kısa filmler çekerken o hissettiği heyecan artık yoktu içinde. Bilmediği bir yerde kalmış gibiydi ve çıkış yolunu bulmaya çalışıyordu. Çıkış yolu ise çizim defterinde karakalem çalışmalarından bir şey değildi. Otobüs durağına yaklaşmıştı, insanlar sabırsız biçimde sıranın ilerlemesi için sesini yükseltiyordu. Karşı perona geçmek için otobüsün geçmesi beklerken levhada gördüğü durak ismi bir zamanlar bu okulda yapmak istediklerini hatırlattı. Hastaneden sonra okulla ilgili gelen tek haber sınavı geçtiği, asıl sınava girmediği için kayıt hakkını kaybettiğine dair gelen e-postaydı. Okuduğunda hiçbir şey hissetmemişti.  Sıradan bir durum gibi kabullendiği gören ailesi bu tepkiye şaşırmış bu okula girmek onun en büyük hayali olduğunu yapmak istediği filmleri bu okul sayesinde gerçekleştireceğini anlattığı cümleler artık geçmişte kaldığını görmüştü. 

Bindiği otobüs çok kalabalık değildi. Günün bu saatlerinde çok kalabalık olmadığını biliyordu. Orta koltukta oturan uzun saçlı olan siyah tişört giymiş bir kişi herkesin duyacağı bir sesle isyanını belirtmek istercesine Rock müzik dinliyor, farkında olmadan hafifçe müziğin ritmine göre kafasını sallıyordu. En ön tek kişilik koltukta çocuğuyla beraber oturan bir anne vardı. Çocuk sessizce meraklı gözlerle etrafına bakıyordu. Ağır adımlarla otobüs şoförü yerine geçip kontağı çevirirken büyük gürültü ile homurdanarak hareket etti. Birden arkasında bir şeyleri geride bırakmak istercesine gidiş yönü ters olan koltuğa oturdu. Pencereden bakarken her şeyi geride bırakıyor zaman geriye doğru akıyormuş gibi hissetti. Bu duruma gelmesine sebep olan her şeyin başlangıcı olan yere farkında olmadan gidiyordu. Defterini çıkarıp birden yüzün geri kalanını çizmeye başladı. İstemsiz bir biçimde kalem kendinden bağımsız bir biçimde çizmeye devam ediyordu. İneceği durağın anonsu duyana dek çizmeye devam etti. İndikten sonra durakta tamamı çizdiği yüze cevabı almış bir şekilde bakıyordu.

 Başını kaldırdığında bir yere yetişme telaşında olan insanlara baktı, nereye gideceğinden emin bir şekilde caddenin kalabalıklığına karıştı.  Sakin adımlarla gideceğe yere doğru ilerlerken onunla karşılaşabilme umuduyla ona benzediğini düşündüğü her kıza bakıyordu. Burada bir yerde olduğunu kendisini beklediğini hissediyordu. Kendini kandırdığını düşüncesi geçti aklından bir hayalin peşinden mi koşuyorum diye düşünmeden edemedi. Defterde çizdiği yüze bir daha baktı. Ama kalbi bütün sorularının cevabı onda olduğunu söylüyordu. Galatasaray üniversitesinin geldiğini görünce hemen yeni çarşı caddesi tarafına dönüp Cihangir’e doğru yöneldi. Yokuş aşağı bir çocuk mutluluğu hissedercesine hızlı adımlarla hedefine ulaşmak için ilerliyordu. Daha önce geçmediği sokaklardan ilerleyerek sanki onu bekletiyormuş hissine kapılarak hızlı bir şekilde yürüyordu. Yokuşun başına geldiğinde soluk almak için durdu. Eski hayatına, kısa filmler çekmeye, geri kalan her şey için bu yokuşun sonunda bulacağına inanıyordu. Kendini yormadan yavaş adımlarla yürümeye başladı. Gördüğü her şeyi hatırlıyordu. O gün eve dönerken buradan geçmişti. Apartman duvarında yazılan yazılar, grafiti çizimleri hepsi olduğu gibi duruyordu. Yokuşun sonunda cami’nin oradaki bankı gördü.   Her şey burada başlamıştı. İpucu süren bir dedektif gibi etrafına bakarak banka oturdu. Elinde tuttuğu defteri kenara koydu gözlerini kapatıp bir şeyler hatırlamak için kendini zorladı. En son hatırladığı burada oturduğuydu, ama doktor dâhil herkes onun sokak ortasında kalp krizi geçirirken düştüğünü söylüyordu. Gözünü kapattıktan sonra bir süre sonra görüntüler canlanmaya başladı. Bir sokağın içindeydi yağmur yağıyordu ve yağan yağmura rağmen önünde elinde mavi bir şemsiye olan kahverengi bir palto giymiş kızı gördü:

“ Bakar mısınız ?” diye seslendiğinde adımlarını daha da hızlandırmıştı. Her yaklaşmaya çalıştığında daha da uzaklaşıyordu sonunda dayanamayıp:

“ Sizinle konuşmam gerek lütfen yanınıza gelmeme müsaade edin.” Dediğinde mavi şemsiyeli kız arkası dönüp ona baktığında adım atamadı. Yağmur yağmasına rağmen şemsiyesini açmadan ona bakıyordu. Konuşması gereken cümlelerin hepsini unutmuştu. Birden bir elin kendisini sarstığını hissetti. Gözlerini açtığında:

“ Birader iyi misin? “

“İyiyim teşekkürler. Farkında olmadan uyumuşum.” Dediğinden emin olunca adam yoluna devam etti. Ne yapacağını bilerek oturduğu yerden kalktı. Geriye yapmak gereken tek bir şey kalmıştı.

Final 

Mavi Şemsiyeli Kız Tablosu Tamamlandığı Gün...

Ne kadar uyuduğunun farkında değildi ama telefonuna gelen bildirim sesini duyunca gözlerini açtı. Deliksiz bir şekilde uyumuş olduğundan kendini iyi hissediyordu. Şövalye üzerindeki tabloyu bitirdiği için mutluydu ama hala cevabı bulabilmiş değildi. Tabloya bakarken aklından geçen düşüncelere daldı.

Uyuyakaldığı banktan ne yapacağını bilerek uyanmış ve yola koyulmuştu. Gideceği yeri daha önceden gitmiş gibi adımlarını hızlı atıyor unutmak istemiyormuşçasına sürekli tekrarlıyordu. Galata köprüsünde fotoğraf çeken insanların arasından hızlıca geçiyor zaman kaybetmemek için etrafına dikkatlice bakmadan ilerliyordu. Köprü bitiminde sağa dönüp karşıya geçmek için yer altı geçidini kullanmak zorundaydı. Müşteri kapmak için bağıran insanlar, denizden gelen yoğun yosun kokusu, ızgara dumanı birbirine karışıyordu. Merdivenlerden çıkan insan seline yüzme bilmeyen bir çocuk gibi girdi. İnsanlara çarpmadan ilerlemeye çalışırken illaki birinin omzuna dokunmak zorunda kalıyordu. Sonunda yer altı geçidinden çıktından sonra derin bir soluk aldı. Zaman kaybetmeden sola doğru Eminönü Yeni Cami tarafına doğru yönelerek yürümeye devam ederken bu sefer bana çıkar umuduyla bilet kuyruğunda sıra bekleyen insanlardan, kendi hayatından memnum olmuş bir şekilde yemek yiyen insanların arasından geçip Ankara caddesine doğru ilerledi. Eskiden birçok kitap dükkânın olduğu bu cadde şimdilerde daha çok yiyecek ve içecek dükkânlarına ev sahipliği yapıyordu.  Kitapçı dükkânı çok az sayıda kalmıştı.  Az da olsa yokuş yukarı çıkmaya başlaması kalbinin daha hızlı atmasına sebep olmuş bir yerde durup dinlenmeyi düşünmeden yürümeye devam etmişti. Caddenin sonuna geldiğinde resim malzemeleri alacağı dükkân karşısına çıkmıştı. Dükkâna girmeden önce soluklarının düzene girmesi için bekledi. Kapıdan içeri girdiğinde burnuna hafif bir tiner kokusu geldi. Mağaza içerisinde istediği her şey mevcuttu. Tecrübesi olmadığı halde almak istediği malzemeyi yerini biliyor gibi raflar arasında dolaşıyor bulduğu malzemeyi sepetine koyuyordu. Mağaza içerisindeki her şey belli bir düzene göre yerleştirilmiş herkesin kolaylıkla bulabileceği bir şekilde tasarımı yapılmıştı. Fırça ve boyaları aldıktan sonra resmi yapacağı tuvali seçmek kalmıştı. Çok büyük bir tuval alma gibi bir niyeti yoktu ama resmi en ince ayrıntısına kadar resmetmek istiyordu. Kararsız halde kaldığını anlayan görevli yanına gelerek:

“ Ne tür bir resim yapmayı planlıyorsunuz?

“Eski ahşap evler olan bir sokakta yağmur yağarken şemsiyeni açmadan yağmurda gönüllü ıslanan bir kızı resmetmeyi planlıyorum. “

“Eğer resminizde ayrıntılı bir şekilde planlıyorsanız bu boy tuval işinizi görecektir. “  Gösterdiği tuval tam istediği boyuttaydı.

“Evet, bu tam istediğim gibi bu malzemelerle birlikte almak istiyorum. “

Satış elemanını takip ederek kasaya doğru ilerledi. Aldığı malzemeleri hepsi zarar görmeyecek şekilde paketlendi parayı ödedikten sonra mutlu bir şekilde mağazadan çıktı.

Bir an önce eve gidip resmi yapmak istiyordu.  Yolunu uzatmadan metro istasyonuna doğru yürüdü. Paketi düzgün bir biçimde tutarak turnikeden geçip metroya bineceği alana doğru yürüdü. Aşağıya doğru indikçe artan küf kokusu yerden ne kadar aşağıda olduğunu düşünmesine neden oldu. Alandaki her insan kendi âlemindeydi. Kulaklığını takıp müzik dinleyen, herkesten uzak kuytu bir köşede el ele olan sevgililer, bir an önce metronun gelip evine gitmek isteyen günün yorgunlarına kadar birçok insan mevcuttu.  Metronun ne zaman geleceğini gösteren ekrana baktı. 2 dakika sonra geleceğini gösteriyordu. Geçip giden ve asla geri dönmeyen zaman… Bundan 6 ay öncesi ile şimdiki hali arasındaki farka inanamıyordu. Kimsenin dokunmasına izin vermediği filmlerini kendi elleriyle kaldırıp kutuya yerleştirmiş, sınav sonucu normal bir şekilde karşılamış olmasına şaşırıyordu. Resme hiç ilgisi yokken birden bire çizim yapmaya başlamasına bir anlam verememişti. Komadan çıkan hastalar hakkında internette bulduğu tüm makaleleri okumuş ve bu yetenek ona hangi nedenle verildiğini anlamaya çalışıyordu.  Şimdi elindeki malzemelerle yapbozun bütün parçalarını tamamlayacaktı. Metronun gelmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Boş koltuğa oturup paketi dikkatli bir şekilde yanına koydu. Saate bakmak için telefonunu cebinden çıkardığında en yakın arkadaşı İkra’dan mesaj geldiğini gördü. Liseden beri süregelen arkadaşlıkları hiçbir sekteye uğramadan bugünlere gelmişti. İkra’nın babası çevresi geniş bir insandı, liseden sonra üniversite sınavına girmek yerine bir an önce iş hayatına girmiş kendinden emin adımlarla ilerliyordu. Erkan’ı en yakından tanıyan insanlardan biriydi.  Erkan’ın birden bire ortaya çıkan bu yeteneğine hayran kalmış onun şuan yaşadığı ruh haline elinden geldiğince yardım ediyordu. Yapboz ‘u yağlı tabloya dönüştürmek için gerekli malzemeleri aldığını yazıp eve döndüğünü yazarak mesajına geri cevap yazmıştı. Yerin altında olduğu için telefon çekmediğinden mesaj gitmemişti. Her sayfada farklı bir karakalem çizimi olduğu için yapboz parçasına benzetmiş ve bu adı vermişti İkra. Resim bittikten sonra aynı isimle devam eder miydi bilmiyordu.

Metrodan indiği gibi otobüse binmeye niyetlenmişti ama iş çıkış saati olduğundan otobüs kalabalık halini görünce yürümeye karar verdi. Yavaş adımlarla yürüyor hızlı adım atmamaya dikkat ediyordu.  Hava çok sıcak olmamasına rağmen terlemesine bir anlam veremiyordu. Sakin bir biçimde nefes alıp vererek yürümeye devam etti. Apartman girişinde kız kardeşi Elif’i gördüğünde ona seslendi, sesin geldiği yöne bakan Elif abisini görünce ona doğru hızlıca yürüyüp elindeki paketi aldı sesindeki merakı gizlemeyerek:

“Abi, bu paketlerde ne var? “

“ Eve gidelim açtığımda görürsün ne aldığımı.”

Bahçe kapısından içeri girip apartmana doğru ilerlerken balkondan meraklı gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışan annesi gelmekte olan iki çocuğuna bakıyordu.  Evin dış kapısına zile basmadan açıp kapıyı açarak beklemeye koyuldu. Merdivenlerden elindeki paketlerle gelen içeriye girdiklerinde paketlerle birlikte doğruca odasına gitti. Kendisini takip eden iki meraklı göze aldırmadan elindeki paketleri açmaya başlarken annesi şaşkınlık içerisinde:

“ Posterlerin ve film arşivini neden yerinde değil? Dokunmamıza dahi izin vermezdin.”

“ Çalışma masasının yanındaki kutuda hepsi “  verdiği cevaptaki umursamazlık yanı sıra paketten çıkan resim ekipmanlarına hayretler içerisinde bakıyorlardı.

“ Başka sorunuz yoksa beni yalnız bırakabilir misiniz?” 

Bir şey demeden ikisi de odadan çıktılar. Erkan’ın sergilediği davranışlardan büyük bir endişe duymaya başlamıştı. Hastaneden çıktıktan sonra içine kapanması, gerekmedikçe odasından çıkmaması ve konuşmaması, sürekli elindeki deftere bir şeyler çizmesine akıl sır erdiremiyordu. Doktorun söyledikleri onu tatmin etmemişti. Oğlunun ruh sağlığı gayet yerinde olduğuna emindi. Cevabını bilmek istediği soruların arayışı içinde olduğunu anlamıştı. Kendi haline bırakmak en iyisi olacağını düşünmüş şu anki durumuna herhangi bir müdahale etmek gibi bir durum söz konusu değildi.  Bir bardak çay içerken bütün endişelerinin geçeceğine emindi.  Salona geçip gündüz kuşağında olan bir programı izlemeye koyuldu.

Erkan, posterlerini astığı yere şövalyeyi koyup üstüne tuvali yerleştirdi. Işık iyi bir şekilde tuvale yansıdığından emin oldu. Aldığı boya ve fırçaları özenle raflara dizdikten sonra baktığında neden bu kadar mutlu hissettiğini anlayamamıştı. Birden bire yatağının üstüne attığı çantasında duran telefonunu alıp İkra’yı aradı:

“İkra nasılsın? “

“İyiyim Erkan yapboz’u yağlı tablo yapmaya nasıl karar verdin anlat bakalım.”

“ Aradığım cevabı bulacağıma emin olacağımı hissettiğim için karar verdim.  Sonucunda ne olacak bilmiyorum.”

“Geçen gün internette gezinirken senin durumunla ilgili bir makaleye rastladım.  Bazı insanlar komadan uyandıktan sonra farklı yetenekler kazanıyormuş. Seni bildim bileli sinemaya ilgin vardı ama şimdi birden bire ortaya resim yeteneğin çıkıyor.”

“ Aslına bakarsan beyin sarsıntısı ihtimaline karşın beni yapay komaya soktular. Doğal koma değil yani. Doktorumun dediğine göre 6 dakika ölü kalmamdan sonra ölüm sonrası bir şey hatırlayıp hatırlamadığımı sordular hep ama ben hiçbir şey hatırlamıyorum.”

“ Anladım. Tablo bittikten sonra ne yapmayı planlıyorsun?”

“  Bulacağım cevaba bağlı.”

“ Neye ihtiyacın olursa kimi arayacağını biliyorsun. Hadi görüşmek üzere.” 

“ Tamamdır görüşürüz.”

Tuvalle baş başa kaldığından emindi artık. İlk önce boyalarını hazırlamaya başladı. Belli oranlarda inceltici ve boyaları karıştırarak aklında olan rengi elde etti. Kullanmak istediği fırçayı boyaya bulayarak ilk fırça darbesini tuvale sürdü. Sanki bir insana yeniden hayat verir gibi her fırça darbesinde daha da belirginleşiyordu her şey… Deftere çizdiği resimlere bakarak yapbozu bu tuvalde birleştirmeye başlıyordu. Yağmurlu bir gökyüzünü resmetmeye başladı önce karıştırdığı boyalarla gri bir gökyüzü oluşturdu, hızlı yağıp yağmadığı belli olmayan yağmur damlalarını yerleştirmişti tuvalin üzerine. Şimdi binaları nasıl yerleştireceğini düşünüyordu. Aklındaki görüntüleri gözlerini kapayarak önüne getirmeye çalıştı. Her şeyin tam olmasını hiçbir şeyin eksiksiz kalmasını istemiyordu. Yan yana olan eski cumbalı evler gördü onun tam karşısında apartman olduğu belli olan sarı renkli altında antika dükkânı olduğunu tahmin ettiği bir dükkân vardı. Gözünün önüne gelen bu fotoğrafını unutmadan bir an önce tuvaline aktarması gerekiyordu. Başını ağrıdığını hissetti. Alışkın olmadığı tiner kokusu vücudu uyarı veriyordu. Pencereyi açtı.  İçeri giren temiz hava sayesinde biraz olsun kendine gelmişti.  Yapboz tablosunun bir kısmı bitmiş gibi gözüküyordu.  Odanın etrafında yürümeye başladı. Dışarıdan gelen sesler, annesinin izlediği televizyon programının sesi hayatın bir şekilde devam ettiğini gösteriyordu. Eline fırçayı aldı kaldığı yerden boyamaya devam etti. Durmasının bir anlamı yoktu. Bir şekilde bu tablo bitecekti. Aklındaki düşünceler birbirini kovalıyor elindeki fırçayı bırakmadan devam ediyordu boyamaya…  Tuvale yansıtmak istediği sokağı tamamıyla bitirmişti. Gözünü kapatıp konsantre  olmaya çalıştı.  Gözlerini her kapattığında karşısına çıkan mavi şemsiyeli kızı resmetmeye gelmişti sıra.  Uzun ince boyunu, mavi gözlerini, beyaz olan tenini, yağmurdan ıslanmış kahverengi saçlarını, ıslanmayı göze almış bir şekilde açmadığı mavi şemsiyesini, kahverengi pardösüsünü boyadı.  Sanki birisi onu izliyormuş gibi hissiyle ürperdi. Akşam vakti olunca pencereyi kapadığını odasını ışıklarını az olacak şekilde aydınlatmıştı. Annesi yemek için çağırdığında aç olmadığını rahatsız edilmek istemediğini söyledikten sonra bir daha odasına uğramamıştı. Evdekiler uyumuş bir tek kendisi ayaktaydı. Bir ara hava almak için pencereyi açtığında esen rüzgârdan yağmurun yağacağını anlamıştı. Son rötuşları yaptıktan sonra tablo bitmişti. Şimşek’in çakmasıyla parlayan ışık tablonun daha güzel gözükmesini sağlamıştı. 

Tabloyu tamamladığı sürece yaşadığı her şeyi düşünce gülümsemişti. Şimdi İkra’nın ona yazdığı cevaba bakıyordu. Tablonun fotoğrafını gönderdiğinde babasına gösterdiğini oda bu fotoğrafı resim galerisi sahibi olan arkadaşına gösterdiğini o da eğer isterse genç yetenekler bölümünde bu tabloyu sergileyebileceğini yazmıştı. Her şey zincirleme bir biçimde gelişmişti. Mesaj yazmak yerine İkra’yı aradı:

“ Merhaba, İkra nasılsın?”

“İyiyim sen nasılsın? Ne düşünüyorsun tablonun sergilenmesinde?”

“ Olabilir aslında, ne zaman sergi?”

“Yarın olacak sergilenmesi konusunda eminsen bugün teslim etmemiz gerek. “

“Baştan söyleyeyim tablonun satılması istemiyorum.”

“ Genç yetenekler bölümünde tablo satışı yok emin olabilirsin. O zaman geliyorum seni ve tabloyu almaya. “

“ Bekliyorum seni bu arada sergi ne zaman?”

“ Bu akşam, ön hazırlık olacak yarın akşam açılışı yapılacak.”

Telefonu kapattığında bir heyecan sarmıştı. Bugün bir adım yaklaşacağına emindi. Tabloyu zarar görmeyecek şekilde kılıfına yerleştirirken aynada kendi görüntüsüne takıldı. Yorgun ve iyi olmayan bir halde gözüküyordu. Tabloyu yerleştirdiği gibi ilk önce duşa girip kendine gelecekti. Sonrasında aç hissetmediği halde iyi bir kahvaltı yapacaktı.  Kısa sürede duştan çıkıp günlük kıyafetlerini üstüne geçirdiğinde mutfağa doğru yöneldi. Annesi televizyona dalmış bir şekilde çayını içtiğinde mutfağa girdiğini bile duymamıştı.  Hızlı bir biçimde dolabı açıp ne yiyebileceğine baktı. Yemekten zevk aldığı kaşar peyniri ile bir ekmek arası yapıp bir bardak çay alıp odasına doğru yöneldi. Odaya girdiğinde telefonun bildirim ışığı yanıyordu. Mesaj İkra’dan gelmişti:

“ Birazdan sizin evde olacağım. Çayımı hazırla” mesajı okurken gülümsemişti. “ Çayımı hazırla”  dediğine göre iyi bir sorgulamaya çekileceğine emindi. Kapının zili çalınca annesinin kalkmasına fırsat vermeden “Ben bakarım” deyip kapıya doğru gitti.  Kapıyı açtığında yorgun bir şekilde merdivenden çıkan İkra’yı gördü:

“ Neden bu kadar çabuk yoruluyorum anlamıyorum. “

“ Hoş geldin”

“Hoş bulduk, eski günlerin hatrına bizim okulun pastanesinden poğaça aldım.”

“ Duyan da 10 sene önce mezun olmuşuz zannedecek. Geçen yaz mezun olduk.”

“  Olsun geçen yazdan beri önünden bile geçmedik okulun. Hem beni neden lafa tutuyorsun ki çayım nerede benim.”

“ Sen geç odaya ben getiriyorum şimdi.” Dedikten sonra mutfaktan bir fincan çay doldurmak için geldiğinde annesi ile karşılaştı:

“ İkra geldi de benim odada muhabbet edeceğiz.” Deyip bir şey söylemesine fırsat vermeden odasına gitti. İkra odanın içerisinde tur atıyorken gördü:

“ Bir sürü değişiklik yapmışsın odanda en son hatırladığımda posterler vardı bu duvarda.”

“ Baktıkça eskisi gibi bir anlamı olmadığı için kaldırdım hepsini. Al çayın “

“Teşekkür ederim. Sabaha karşı bana attığım mesajı okuduğumda ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Senin bana anlattıklarını göz önünde bulundurduğum vakit ailendeki herkes birden bire bu ortaya çıkan resim yeteneğini anlayabilmiş değiller ve senin ruh sağlığından endişe ediyorlar ama senin vereceğin tepkiden korktukları için seni kendi haline bırakıyorlar doğru mudur?”

“Evet, tahminlerin doğru”

“Bu düşüncelerime istinaden aklıma ilk önce birden bire resmini çizdiğin kızı nasıl bulabiliriz diye düşündüm. Daha önce hayatında olmuş olma ihtimalini saymıyorum olsaydı ben bilirdim.  Elimizde bir yağlı boya tablosu var, ilk önce güzel sanatlar üniversitesinde tablolar için poz veren kişileri internet üzerinde araştırdım ama bu yüze benzeyen modele rastlamadım. “

“ Bu kadar kısa sürede bunları düşünmen müthiş!”

“ İltifatları sonraya bırakalım lütfen… Ne diyordum? Senin bana gönderdiğin fotoğrafı babama gösterip İrfan Bey’in galerisinde yakın zamanda sergi olup olmayacağını sordum. Yarın bir sergi olacağını söyledi. Bu tabloyu sergi de yer alması için babam aracılığıyla fotoğrafı gösterip onayı aldım. Sergi de tablo için yer hazır.”

“ Anlayamadığım nokta şu; tablonun sergilenmesi kızı bulmamıza ne gibi yarar sağlayacak?”

“Sergiye gelen insanlardan biri ya da kız gelmesi ihtimali üzerine düşünüyorum.”

“ Ya dediğin olmazsa? Tahmin ettiğimiz kişi ya da kişiler gelmezse?”

“ Başka bir yol buluruz. Hadi oyalanmadan çıkalım.” 

Tabloyu özenle arabaya yerleştirdikleri gibi gidecekleri galerinin yolunu tuttular.  Beyoğlu tomtom mahallesi meşhur Mısır apartmanın önünde durmuşlardı. Bina bütün ihtişamıyla karşısında duruyordu. Bir süre bakmaktan kendini alamadı. İkra’nın dürtmesiyle apartmana doğru girdiler.  Üçüncü kata çıktıklarında galerinin girişinde güler yüzlü bir görevli karşıladı:

“ Merhaba hoş geldiniz nasıl yardımcı olabilirim.”

“İrfan Bey ile bir görüşmemiz vardı. İkra Turan adına” 

Verilen bilgilerle telefonda teyit ettikten sonra İrfan Bey’in odasına doğru ilerdiler. Galeri farklı bir şekilde dizayn edilmişti. Her bir bölümde farklı renkte boyanmış ve aydınlatması ona göre yapılmıştı. Yarın akşam olacak sergi için hazırlık yapan her şeyin eksiksiz olması için çabalayan insanlar vardı. İrfan Bey’in odasına geldiklerinde kapıya vurarak içeri girdiler. Sade ve şık bir şekilde düzenlenmiş odada beyaz ve kahverengi renkler hakimdi. Koltuğun arkasındaki duvarda Osman Hamdi Bey’in röprodüksiyonu olan “Kurbağa Terbiyecisi” tablosu yer alıyordu.  Karşısında duran kişi hayalindeki İrfan Bey’e hiç uymuyordu. Babacan tavırlı göbekli, yaşlı birini beklerken karşısına çıkan kişi tam tersi biriydi. Düzenli spor yaptığı her halinden belli olan 30’lu yaşarının sonlarında olduğunu tahmin ettiği bir kişi vardı karşısında. Ne olup bittiğini anlayamadan her şey hızlı bir biçimde gelişmişti. Sergiye gelenler, görecekleri ilk tablo mavi şemsiyeli kız tablosuydu. Yaptıkları plan istedikleri gibi giderse tablodaki kıza bir şekilde ulaşacaklarına emindiler. Erkan, tabloyu yapmaya başladığından beri kızın gerçekten yaşayan biri mi olduğu yoksa bilinçaltının ona yaptığı bir oyun mu sorusu aklının bir köşesindeydi. Eğer bilinçaltının yaptığı bir oyun ise çok büyük hüsrana uğrayacağından emindi. İrfan Bey’le el sıkıştıktan sonra tabloyu bırakıp galeriden çıktılar. Seri adımlarla arabayı park ettikleri yere giderken hiç konuşmamışlardı. Arabaya bindiklerinde ilk konuşan İkra olmuştu:

“  Nasıl hissediyorsun?”

“Heyecanlı karmaşık duygular içerisindeyim. Düşündükçe akla mantığa sığmayan bir şey yapıyormuşum gibi geliyor. Ya bilinçaltınım bana yaptığı bir oyunsa?”

“ Tablo sergilenmeden bilemeyiz.”

Ertesi sabah uykusunu almış biçimde uyanmıştı. Tabloyu bitirme pahasına uykusuz kaldığı geceden sonra bütün dengesi altüst olmadan evvel iyi bir uyku çekmek için erkenden uyumuştu.  Sabah, belli etmese içinde tarif edemediği bir heyecanla serginin olacağı saati beklemekteydi. Galerinin web sitesine girip galeride sergilenecek olan tabloların hangi ressama ait olduklarına baktı. Hiç birini tanımıyordu. Genç yetenekler kısmında kendi adını gördüğünde tuhaf hissetmişti.  Bu bölümde kendisi hariç diğer tablo sahiplerinin hepsi hangi okulda okudukları ya da resim eğitimini aldıkları yer yazıyordu.  Ressam olma gibi bir iddiası yoktu. Bir cevabın peşindeydi sadece bu düşünceler içersinde serginin açılış saati gelip çatmıştı. Sergiye giderken nasıl giyineceğini bilmediğini tahmin eden İkra onu yardımına yetişmiş, abisinin dolabından ona uyacak bir takım elbiseyi getirmişti. Giyinip boy aynasında kendine baktığında takım elbise çok farklı bir hava vermişti. Daha fazla oyalanmadan evden çıkıp yoldan çevirdiği bir taksi ile İkra’yı evinde almaya gitti. Hazır bir şekilde bekleyen İkra ile birlikte galerinin yolunu tuttular.

Galeriye girdiklerinde hatırı sayılır biçimde kalabalık sayılırdı. İstanbul’un sanat camiasından önemli insanlar olabileceği gibi resim’e ilgi duyan insanlar da mevcut olduğunu tahmin ediyordu. Tanımadığı halde yüz yüze geldikleri kişilere selam veriyordu.  Tabloya herkes dikkatli bir biçimde bakıyordu ama kimse ile tablo hakkında herhangi bir konuşma geçmemişti. Saatler ilerledikçe umutları bir buz gibi erimeye başlamıştı. Biraz hava almak için dışarıya çıkmaya ve kalabalık içerisinde kaybolmayı düşünmeye başlamışken İkra aklını okumuş gibi:

“ Yukarıda teras var gel biraz hava alalım. “ dediğinde kabul ederek terasa doğru ilerlediler. Konuşmadan öylece aşağıda olan birbirlerinden habersiz yaşayan insan seline baktılar. Temiz hava almak bir nebze olsun iyi gelmişti. Kendisini bir hayale karşı kandırmanın pişmanlığı içerisinde hissediyordu. Kabullenmekten başka çaresi yok diye düşünürken telaşlı adımlarla terasa gelen kişi:

“ Mavi Şemsiyeli Kız tablosu ressamı siz misiniz?”

“ Evet benim.”

“ Sizinle konuşmak isteyen bir hanımefendi var…” sözlerini tamamlanmasını beklemeden hızlı bir biçimde galeriye girdiklerinde tablonun önünde arkası dönük uzun ince boylu kahverengi saçlı bir kadın duruyordu. Kendinden emin adımlarla kadının yanına doğru gitti:

“ Benimle konuşmak istemişsiniz hanımefendi. Mavi şemsiyeli kız tablosunu resmeden kişi benim.” Dediğinde yüzü kendisine döndüğünde hayretler içerisinde kalmıştı. Tablodaki kıza az olsa benzeyen bir yüz vardı karşısında ve onu gördüğünde unuttuğu her şey aklına gelmiş gibi beynine hücum etmeye başladığı sırada elinde sımsıkı tuttuğu fotoğrafla gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı:

“ 10 Sene ölen kız kardeşimi nereden tanıyorsunuz? Yaşınızın küçük olduğunu düşünmeme rağmen onu nasıl tanıdığınızı bilmek istiyorum.”

“ Size her şeyi anlatacağım benimle birlikte konuşmak için sakin bir yer olan terasa gelebilir misiniz?” 

Birlikte terasa çıktıklarında sabırsız adımlarla Erkan’ın konuşmasını bekliyordu:

“  Kardeşinizi şahsen tanımıyorum hanımefendi. Size anlatacağım başıma gelen olay size saçma gelecek ama lütfen beni sonuna kadar dinlemenizi istiyorum. Yaklaşık 6 ay öncesinde iyi bir film yönetmeni olmak isteyen biriydim. Yetenek sınavına gireceğim ekiple birlikte bir toplantıdan sonra evime giderken kalp krizi geçirdim. 6 dakika boyunca kalbim durdu. Kalbimin durduğu sırada rüyada olduğumu zannettim ve kız kardeşiniz yanıma geldi.  Size şuan söyleyeceklerimi iletmemi istedi. Tedavisi mümkün olmayan hastalığa yakalandığında sizin üzülmemeniz için gizleyerek yurt dışına gitmiş. Ve hastalığına dair yaşadığı her şeyi yazdığı bir defter en yakın arkadaşına 10 sene sonra postalanacak şekilde göndermesini istemiş. Sizin yakın zamanda okuduğunuz defter kız kardeşinizin hastalığı sırasında yaşadığı her şeyi yazdığı bir nevi günlük. Siz günlüğü okuduğunuz yerde görmüştüm ama okuduğunuz defterin ne olduğunu anlayamamıştım. Kız kardeşiniz eğer hastalığını bildiğinizde çok üzüleceğinizi kendi hayatınızdan fedakârlık edip hayatınızdan ödün vermemeniz için saklamayı seçmiş. Defteri alana kadar onunla iletişeme girmek için her yolu denediğinizi biliyorum. Öldüğünü öğrendiğinizde sizin kendinizi suçlamanızı istemediğini kabullenerek son zamanlarını mutlu geçirerek öldüğünü söylememi istedi.  Sizi görene kadar bu söylediklerimin hiç biri aklımda değildi. 6 ay boyunca nereye baksam kız kardeşinizi gördüm. Resim yeteneğim olmadığı halde bu tabloyu yaptım. Umarım bu söylediklerimde bana inanırsınız.”

“ Defteri okuduğumda günlerce kendime gelemedim. Çünkü dünyanın bir yerinde kardeşimin yaşadığına inanıyordum.  Söylediklerinize inanıyorum, bu ayrıntılı bilmeniz uydurulmuş olmadığı anlamına gelir. Tam kardeşimden beklenen bir davranış.  Artık mutlu öldüğüne inanabilirim. Gerçekten ilk davranışım için sizden özür dilerim ve kardeşimden getirdiğiniz mesaj içinde teşekkür ederim.” 

  Bir şey söylemesine fırsat bırakmadan galeriye doğru gitti. Erkan görevini başarı ile yerine getirdiği için mutluydu. Bu son 6 içerisinde yaşadığı her şey onun için bir ders niteliğindeydi.  Gökyüzüne baktığında bir yıldızın teşekkür edercesine ışık saçtığını görünce:

“ Asıl ben sana teşekkür ederim.” 

İkra’ya mesaj atarak sergiden sonra tablo ile ilgilenmesini rica etti. Apartmandan çıkarak insan seline karıştı.

  SON

Bu hikaye burada bitti.





 






 

Yorumlar

Popüler Yayınlar