Hayalet Kelimeler Bölüm 2
Kuşların ötmesiyle dünya yeni bir güne uyandığını haber veriyordu. Abim ile parti bittikten sonra çardakta buluşmuş sabahın ilk ışıklarına kadar konuşmuştuk. Gün doğumu o kadar güzel bir görüntü sağlıyordu ki bahçede konuşmaktan çok bu görüntüyü izlemeye koyulmuştuk. Çardak dediğimiz bu bahçe aslında bir Japon bahçesini andırıyordu. Japon bahçesi dememizin tek sebebi sakura ağaçlarıydı. Mart sonu nisan’ın ilk haftalarında o kadar güzel çiçek açarlardı ki kendimi, cennettin bir bahçesinde hissederdim. Girişte pembe kamelyalar eşsiz kokusu ile selam veriyordu. Ihlamur, zeytin incir ağaçları dalları kendince dallarını rüzgârın eşliğinde sallanıyordu. Rüzgârla birlikte karışan kokular apayrı bir dünyada geldiğimi hissettiriyordu bana. Bütün bahçeyi görmemizi çardağın girişinde olan rüzgâr çanının sesi ayrı bir huzur olduğunu hatırlatıyordu. Bahçede olan tek eksiğimiz nehirdi. Büyük bir şehirde yaşadığınız vakit nehir kenarı bulmak zordu. Yapay nehir bu bahçenin doğallını bozardı. Kitap odasından sonra annemden izler taşıyan ikinci yerdi. Rüzgâr çanının çıkardığı o naif sesi duyduğumda kendimi bu dünyada değil başka bir dünyada yaşıyormuş gibi hissederdim. Zaman dururdu ve ben başka bir boyuta geçerdim. Üniversite de okuduğum zamanlarda nadir olarak eve geldiğimde bahçede vakit geçirip yazı yazmayı severdim. Akşamları da kitap odasında, hazırladığım kahve termosu ile uykum gelene kadar kitap okumak en büyük keyifti benim için. Abimle o gün neler konuştuk hatırlamıyorum. Gündoğumu izlemekten konuşamaya vakit bulamamıştık. En sonunda sessizliği bozan abim oldu:
“ Biliyorsun ki şirkette hisselerinden kazanılan para bankadaki hesabına yatıyor. Hiç çalışmasan bile seni ömür boyu geçindirecek paran mevcut. Eğer bir gün şirkette çalışmak istersen söylemen yeterli gerekli pozisyonu ayarlarım sana.”
“ Mezun olduğum bölüm şirkette herhangi bir pozisyona uygun değil. Hem başkasının hakkına girmek istemem. Yarın sabah kendimi geliştirmek açısından iyi olacağını düşündüğüm bir yayınevi ile görüşmem var. Eğer kabul edilirsem editör olarak işe başlayacağım. Hesabıma yatan paraya gelecek olursak yapmak istediğim düşünceler var ama şimdi hayata geçirmeyi düşünmüyorum. İlk önce kendi ayaklarımın üstünde durmalıyım. Sonrası gelir kendiliğinden. “
“ Neden kendine ait bir yayınevi kurmuyoruz. Başkasının altında çalışmaktansa kendinin patronu ol. “
“Tıpkı babam gibi konuştun sende. Bir yayınevini yönetecek kadar tecrübeye sahip değilim ve şirketten gelecek para için babamın onayı gerekir. Yapılacak yatırımın benim için olduğunu görünce onay vermeyecektir. Bir tecrübe kazanayım edebiyat ve yayın dünyasının bir tozunu yutayım ondan sonra düşünürüm. Artık yavaştan kalksam iyi olur ana giderim otogara.”
“Uçakla neden gitmiyorsun bir türlü anlamıyorum. Otobüs yolculuğu çekilmez ki.”
“Acelem yok otobüs yolculuğunu seviyorum. Ardımda bıraktığım her şey yeni bir hayata attığım adımlardan biri olarak görüyorum. Bugün bu adımlar tamamlanıyor. “
“ Şöfore söyleyeyim seni otogara bıraksın. Seninle gelmek isterdim ama malum şuan magazinciler pusu kurmuşlardır ve geceyi geçirdiğimi düşündükleri güzel bayanla fotoğrafımı çekmek için bekliyorlardır. Nereden bilecekler sabaha kadar seninle muhabbet ettiğimi. Kendine dikkat et Deniz İstanbul büyük bir yer seni yutmasına izin verme. Her şey istediğin gibi olur.”
“ Teşekkür ederim. Bende bilmiyorum neler ile karşılaşacağımı. Şöfore söylememe gerek yok. Ben kendi imkânlarımla giderim. Magazinciler beni tanımadıkları için ön kapıdan rahatlıkla çıkabilirim. İstanbul’a geldiğinde haberleşiriz. Görüşmek üzere.”
Çardaktan içeri eve doğru girdiğimde hafızamda yer edecek şekilde bakıyordum her şeye. Mutlu bir çocukluk geçirdiğimi söyleyemem, ama bu evde az da olsa mutlu anılarım da yok değil. Arkama bakmadan yürümeye devam ettim. Bana ait olan eşyaların hepsini kendi evindeydi. Burada bana ait herhangi bir eşya yoktu. Son kez kitap okuma odasına girmek istedim. Bir daha buraya ne zaman gelirdim bilmiyordum ama bu evdeki hayatımın en mutlu günleri bu odada geçirdiğimi biliyordum. Bir sığınak bir anne kucağı gibiydi. Hoş çakal demeden gitmek olmazdı. Genelde kapalı olan kapı yarı aralıktı. Odadan çıkarken kapattığıma emindim. İçeride kim olduğunu merak etme duyusunu bastırarak geri döndüm. Eğer içeride babam var ise onunla karşılaşmayı göze alamazdım. Kitap odasına veda edemeden merdivenlerden inip çıkış kapısına doğru gittim. Hayal ettiğim hayata doğru adımımı atıyordum artık. Mutlu hissediyor muydum kendimi emin değildim.
Valizim olmadığı için otogara otobüsle gitmeye karar verdim. Evden çıktıktan kısa bir süre sonra otobüs durağına varmıştım. Baktığım ekranda bineceğim 10 dakika sonra durakta olacağını belirtiyordu. Uykusuzluktan gözlerim yanmaya başlamıştı. Sabaha kadar konuşmanın acısı şimdi çıkıyordu. Çıkmadan evvel uykumu kaçıracak bir şey içmeyi neden akıl edemedim diye kendime hayıflandım. Otobüs geldiğini görünce binip uyumamaya gayret ederek etrafıma bakmaya başladım. Hayatımın bir kısmını geçirdiğim yere veda ediyordum. Özgürce koşturduğum sokaklara, gittiğim her yere... Arada bir kapanan gözlerime inat durağı kaçırmamak için uyumamaya gayret ediyordum. İneceğim durak anons edildiği gibi acelem varmış gibi indiğimde kendi kendime gülümsedim. Saatime baktığımda gideceğim otobüsün vaktine vardı. Elimi yüzümü yıkama için bir tuvalete girdim. Yüzüme yıkadığımda bir nebze olsun kendime gelmiştim. Bir süreliğine uykumu kaçırması için sağlam bir kahve içmem gerekiyordu. Gördüğüm ilk yere adım attığımda bir nebze olsun beni idare edecek kahveyi içmiş yanında bir tost yemiştim. Üniversite için ilk İstanbul’a geldiğimde yalnız başıma neler yapabileceğimin heyecanı içerisindeydim. İstanbul hayata karşı olan güvenimi artırmış kendi başıma neler yapabileceğimi öğretmişti. Otobüs peronuna doğru giderken terminaldeki yazın olan kalabalıktan eser yoktu. Biletimi onaylatıp otobüse bindim. Boş olan otobüste yanımda oturan kimse yoktu. Yol üstünde duracağımız noktalarda yolcu alması büyük ihtimalle olurdu. Cam kenarı olan koltuğuma yerleşip otogarda bir yerlere gitmek için yürüyen insanlara baktım. Gözlerimde akan uyku olmasa not defterimi çıkarıp o insanlar hakkında hikâyeler yazmaya başlardım. Kendi çapımda yazdığım hikâyelerimin olduğu bir blog sayfam vardı ama çok aktif bir biçimde hikâye yayınlamadığım için pek fazla okuyan kişi yoktu. O yüzden evinde yazılar yazdığım sayısızca not defterim mevcuttu. Yazı yazmaya ne zaman başladığımı bilmiyorum ama kendimi geliştirmeye başladığım zaman üniversite zamanıydı. Üniversite hayatı benim istediğim hayatı kurman için ilk adım olmuştu. Şimdi ise o hayata adım atmanın heyecanı ile uykuya yenik düşmüştüm.
Boynum tutulmuş bir biçimde uyandığımda hava kararmıştı. Sekiz saat süren otobüs yolculuğunda hava kararmadan evde olacağımı biliyordum. Muavin nerede ineceğimi biliyordu da neden beni uyandırmadığını anlayamamıştım. Hava karanlık olduğu için nerede olduğumu bilmiyordum. Muavine seslenmeyi düşündüğümde yanında bir kadın oturduğunu fark ettim. Otobüsün ışığından anladığım kadarıyla siyah kuzguni renkte düz saçları vardı. Mavi bir kot ceket ve onunla uyumlu bir kot vardı üstünde. Bir taraftan yüzünü merak ediyordu diğer taraftan neden benim yanımda oturduğuna bir anlam veremiyordum. Otobüs firmalarında değişmez bir kural vardır. Eğer yanınızdaki kişi eşiniz, erkek kardeşiniz ya da yakın akrabanız değilse erkek- erkek, kadın- kadın oturur yan yana yolculuk ederdi. Yanında oturan kişiyi neden oturduğunu sonradan öğrenebilirdim. Ama ilk önce muavine seslenip nerede olduğumu öğrenmeliydim. İlk duracakları otogarda iner İstanbul’a gidecek olan otobüse binerdim. Saatin kaç olduğunu öğrenmek için kolumu çevirdiğimde saatimim durduğunu gördüm. Cep telefonuna bakmak için cebimden çıkardığımda şarjımın bittiğini gördüm. Şaşkına dönmüştüm. Birileri bana şaka yapıyor olmalıydı. Yanında oturan kadına sormaktan başka çarem kalmamıştı. Beni yanlış anlamamasını düşüneceğim bir ses tonuyla:
“ Pardon, saat kaç acaba ?” dediğimden bana dönen yüzü gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Karşımda bana gülümseyerek cevap veren kadının yüzü evdeki fotoğraf albümlerinden hatırladığım annemin gençliği ile aynıydı. Saati söyledikten sonra çantasından çıkardığı kitabı okumaya başladı. Kitabın kapağına baktığından en sevdiğim kitaplardan biri olduğunu görünce kendimi tutamayıp konuşmaya başladım:
“ Bazı kitaplar vardır siz kimseye anlatmadığınız halde sizin hayatınız en ince ayrıntısına kadar anlatır. Bana bırakılan mektuplarda ilk önce bu kitabı okumamı söylüyordu. Raftan kitabı alıp ilk sayfasını açtığımda bana ithafen yazılmış bir notla okumaya başladım. Gerçekten kitabın her cümlesi beni anlatıyordu. Bitirdiğimde ise hayal mi yoksa gerçek mi bu yaşadıklarım sorusu ile kalmıştım. Cevabını başka kitapta bulacağıma emindim. Kitaplarım hepsine bakarak sordum. Bu sorunun cevabı hanginizde diye. İç sesime güvenerek elime uzattığım ilk kitabı alıp okumaya başladım…
Kendimi kaptırmış anlatırken aklıma nerede olduğum, muavine soracaklarım uçup gitmişken “ O mektupları sana ben yazdım.” dediğinde afallamıştım. Mektuplardan sadece abime bahsetmiştim. Başka kimse mektupların varlığından haberi yoktu. Yüzüme bakmadan konuşmaya etti:
“ Her şeyi sana yazdığım mektuplardan biliyorsun. Eğer yaşasaydım mutlu bir çocukluğun olacaktı. Ailenden uzak kalmayacak kendi başına bir hayat kurmayacaktın. Seni bu yola sürüklediğim için özür dilerim. Sana hamile kaldığımda rüyamda seni görmüştüm. Elimde bir kâğıt kalem vardı sürekli yazıyordun. O rüyadan sonra senin bir yazar olacağını düşündüm. Ne olursa olsun kalemini hiçbir zaman bırakma…”
Yorumlar
Yorum Gönder