Her Şeye Rağmen



1.
            “Biliyor musun artık her şeyi kabullendim onu bekliyorum. Çevremdeki insanların ömrüme ömür katmaları için koşuşturmalarına bir anlam vermeyi de bıraktım. Sadece ölüm geldiğinde nasıl olacağımı merak ediyorum. İlginç durumlara olan merakımı bilirsin, bu sefer sana nasıl olduğunu anlatamayacağım. Mektuplaştığımız 12 sene boyunca etrafımdaki herkes mektuplaştığım birini öğrendiğimde uzaylıymışım gibi bakmalarına alıştım özellikle postane memurunaJ
            Hastalığıma teşhis konulduğunda sana mektupta yazmak istemedim. Sebebini sorma çünkü inan bende bilmiyorum. Sadece sen öğrenmeden iyi olacağımı düşündüm. Yanıldığımı saçlarım dökülmeye başlayıp, hastaneye yatınca anladım. Yazdığın her mektubun cevabını sana her gün detaylarıyla yazdığım bu defterde öğreneceksin o yüzden sana şuan cevap yazmadığım için beni affedeceğini biliyorum…” Yazmaya devam ederken annesinin elinde tahmin ettiği mektuplarla odaya girdiğini gördü:
“Israrla mektup yazıyor sana, sende ısrarla cevap vermiyorsun. Açıp okumadığın kaçıncı mektup bu Işıl?”
“Anne, zamanı geldiğinde alacak bütün cevaplarını merak etme. Sadece şuan yazmak istemiyorum.”
“ Hastalığını söylemedin mi yoksa?”
“Hasta olduğumu bilmiyor, söyleyemedim çünkü kendime bu hastalığı konduramadım iyileşirim dedim kendime ama yanılmışım.”
“Uzun süredir mektuplaşıyorsun Mehmet’le Işıl, bilmesi en doğal hakkı…”
“Anne artık konuşmak istemiyorum beni yalnız bırakabilir misin lütfen!”
“Tamam, nasıl istersen Işıl, Mehmet’ten gelen mektupları buraya bırakıyorum okuman için” dedikten sonra sessizce çıktı odadan. Bir kum saati gibi damlayan serum şişesine baktı.
            İlkokul 4. Sınıftayken okullar arası mektup arkadaşlığı projesindeki kurada Mehmet çıkmıştı. Ağrı’da yaşayan aynı yaşta olduğu bir erkek çocukla ne yazacağını bilememiş, sonra içinden gelenleri yazmaya başlamıştı. Mektubu gönderdiğinde cevapla kendisine gelecek cevabı merakla bekliyordu. Mehmet, kendisiyle aynı şartlarda yaşayan bir çocuk değildi, şehir merkezine uzakta bir köyde yaşıyordu. Yaşadığı bu zorlu şartlara rağmen hayattan aldığı zevk öğrendiği bilgileri mektubunda okuduğu her cümlede hissediyordu. Yazdığı her mektubunda yaşadığı yeri o kadar güzel anlatıyordu ki Mehmet, fotoğraf istemiş, makinesi olmadığını öğrendiği zaman okul harçlıklarını biriktirip ona bir fotoğraf makinesi göndermişti. İnce bir zarf beklerken karşısında küçük bir kutu bulan Mehmet, içinden çıkan fotoğraf makinesi görünce çok şaşırmış hayatında aldığı ilk hediye olduğunu çok mutlu olduğunu yazmıştı mektubunda. Fotoğraf filmlerini gönderiyordu Mehmet, filmleri aldığı gibi fotoğrafçıda baskıdan çıkmasını heyecanla bekliyordu Işıl. Hayalindekinden farklı bir dünya çıkıyordu her fotoğrafı gördüğünde. Hastaneye yattığında en sevdiği fotoğraf yanında, başucunda duruyordu. O fotoğrafa baktığında tarif edilemez bir mutluluk hissediyordu kendinde.
            Annesinin getirdiği mektupların durduğu yere baktı. Hepsi açılıp okunmayı bekliyordu. Her hafta istinasız mektup geliyordu, kendisi cevap yazmadığı halde. Başkası olsa geri dönüş cevap almayınca yazmayı bırakırdı. Zaman ilerledikçe, sosyal medya insan hayatının önemli bir yer kaplamaya başladığı günlerde kendi aralarında bir söz vermişlerdi, aralarındaki bağ bozulmaması için hiçbir sosyal medyada birbirlerine arkadaşlık isteği gönderme ya da takip etmek olmayacaktı. Ne Mehmet Işıl’ın ne de Işıl Mehmet’in simasını biliyordu. Nasıl bir siması olduğunu merak edip aramamıştı sosyal medyada… Hayalindeki gibi kalmasını istiyordu.
            Daldığı düşüncelerden Eda hemşirenin girmesiyle kendine geldi:
“Ne zaman gelecek?”
“Nakil için en uygun donör bekleniyor Işıl daha önceki nakillerdeki gibi hataya düşmek istemedikleri için işi sıkı tutuyorlar.”
“Hayır, ben onu sormadım ki!”
“Anlayamadım Işıl…”
“Ölüm,  ne zaman almaya gelecek beni?”dediğinde Eda hemşire ne diyeceğini şaşırdı:
“Ölümü düşünmene bir anlam veremiyorum Işıl... Daha önceki nakiller tutmamış olabilir, ama bu senin ölümü düşünmene neden olmamalı.”
“Halime baksana ne zamandan beri bu hastanedeyim, ilaçlar ve makineye bağlı olarak yaşıyorum ve gördüğüm tüm dünya şu pencereden ibaret! Kabullendim ve vücudum tedaviye artık cevap vermiyor, neden bu kadar uğraşıyorsunuz ki beni hayatta tutmaya!”dediğinde sessizce ağlamaya başladı, Eda hemşire yanına oturup bir zamanlar güzelim saçları olan başını okşamaya başladı ve gözlerine bakarak:
“Vücudun tedaviye cevap vermeyebilir, beklemekten artık bir sabrın da umudun da kalamamış olabilir ama bu senin ölümü kabullendiğin anlamına gelmez. Şuan hissettiklerinle kendini mutsuz edip vücudunun artık tedaviye cevap vermeyeceğine ikna ediyorsun. Eğer ki bu düşünceni değiştirip vücuduna iyi olup bu hastaneden çıkacağına ikna edersen hayat sana hiç ummadığın bir yerden mucize verir.”
“Nasıl yapacağım ki bunu?”
“Çok basit bir soru soracağım sana. Seni ne mutlu eder?”
“Bilmiyorum, artık yaptığım hiçbir şey beni mutlu etmiyor desem…” dediğinde etrafına bakarken gözü mektuplara takıldı. Hastaneye yattığından beri gelen mektupların hiçbirine geri dönüş yapmamıştı. Eda hemşire, Işıl’ın baktığı yere doğru yönelip açılmamış, okunmayı bekleyen mektupların hepsini Işıl’ın kucağına koydu:
“Bu mektupları okuyarak başlayabilirsin. Emin ki bu mektupları yazan kişi sana değer veriyor. Ve senin ölmeni istemeyen biri olabilir.”dedi gülümseyerek. Işıl, mektupları heyecanla okuduğu günleri düşünerek gülümsedi biraz önce Mehmet’in yazdıklarını düşündüğünde mutlu olup kendini iyi hissedeceğini kendisine moral olacağını biliyordu ve en son yazılan tarihli mektubu açıp okumak için aldığında:
“Seni mektuplarınla baş başa bırakayım” diyerek odadan çıktı. Işıl, okuyup okumamak arasında kararsız kalmıştı. Kâğıda dokunduğunda “Beni aç oku artık!” dediğini biliyordu. Zarftan mektubu çıkardığında heyecanlıydı. İlk sözcüğü okuduğunda gülümsemesine engel olamadan okumaya başladı:
Cancağızım;
            Sana gönderdiğim her mektubu biliyorum ki okuyorsun eğer okumasaydın mektuplar sahibine ulaşamadı diye bana geri gelirdi. Mektuplarıma geri dönüş yapmama sebebini aklıma gelen iki senaryo varJ Birincisi günümüz kızlarında çok gözlemlediğim o sahiplenici ve seni her şeyden kıskanan bir sevgilin var. Aramızdaki arkadaş ilişkisini anlamayacak kadar odun:L Bu cümleyi yazdığımda güldüğünü tahmin edebiliyorum. Bir erkekten, hemcinsine odun demesi.  Ama öyle biriyse sözümü sakınmam bilesin… İkinci sebebe gelince; büyük ihtimalle benden sakladığın çözüme kavuşturamadığın bir sorun var ve çözüme buluncaya kadar bana mektup yazmak istemiyorsun. Her iki senaryo sonucu ne olursa olsun senden geri dönüş alana dek mektup yazmaya devam edeceğim. Taa ki bana artık mektup gönderme diyene kadar…
            Aslında, sana ulaşabileceğim adres elimde ama sana verdiğim söz gün gibi aklımda. Ne olursa olsun birbirimizi zamanı gelene dek görmeyeceğiz. Ben sözümde duruyor ve sana sadece bu yolla iletişim kurarak ulaşıyorum.  Senin bende ki değerin büyük bunu sana zaten anlatmıyorum, beni merakta bırakan bu sessizliğin… Gerçekten üstünden kalkamayacağın bir durum varsa çaresiz kalmışsan ve bana söylemiyorsan nasıl yardım edebilirim sana… İnan şuan kapına dayanmamak için zor duruyorum. Sonra bana üniversite zamanında hayıflanarak anlattığın “Yurttaki bütün kızlar sevgililerine atkı örüyor.” Diye yazığında “Bana örebilirsin şu aralar bir atkıya ihtiyacım var.” Yazınca sende bana bir hevesle ördüğün bana gönderdiğin atkıya bakıyorum.  Ve içimden gelen sesi dinleyerek bana aklımdaki sorulara cevap verebileceğine inanarak bekliyorum.
            Olağan hayatımı anlatamaya başlayacak olursam,  karşında artık bir öğretim görevlisi duruyor. Sana daha önceki mektuplarımda yazdığım üzere Ankara adım attığımdan beri kendimi buraya ait hissediyorum ki bunda senin payın büyük. Eğer ki beni sınav dönemimde gönderdiğin kitaplarla desteklemeseydin bugün bu durumda olmazdım. En büyük hayalimi gerçekleştirdiğim için mutluyum. Ailemi buraya taşınmaları için ikna etmeye çalıştım ama Ağrı’dan buraya gelmek istemediler. Fırsat bulduğum uzun tatillerde yanlarına gidiyorum, alışmışlar kendi hayatlarına farklı bir yere ayak uydurmak bu yaşlarından sonra zor olur diye artık ısrar etmiyorum.
            Dostum diyebileceğim bir ev arkadaşım vardı. Kendisi doktor adı Şerif, sana bahsettim daha önceki mektuplarımda hatırlamıyorum ama kendisi dünya iyisi bir insandır. Birlikte sabahlara kadar anime izlemişliğimiz vardır. Kendini sürekli geliştiren birisi uzmanlık alanını söylemişti ama hatırlamıyorum şuan. İstanbul’a tayini çıkınca evde iyicene yalnız kaldım. Ama senin mektuplarını okuyunca bu yalnızlığım kalmıyor.
             Artık satırlarıma son vermen gerekirken beni merakta bırakmayacak, bütün sorularıma cevap verecek mektubu dört gözle postacını getirmesini bekliyorum.
                                                                                              Mehmet
            Bir damla gözyaşı, düştü kâğıda… Küçücük bir damla, bir insanın değerini, mutluluğunu, hüznünü, kabullenmişliği ve daha çok bir şeyi anlatıyordu düştüğü kâğıda. Işıl, bir damla gözyaşı ile başlayan ağlaması sessiz bir çığlığa dönüştü. Ağladıkça içinde tuttuğu her şey gözyaşı ile dökülüyordu. Mehmet ‘in ona yazdığı cümleleri, Eda hemşirenin söyledikleri ve çevresinde kendisine umudunu yitirmemesini söyleyen insanlara rağmen kolay kabullenmişti ölümü.
            Odasından çıkıp danışmaya doğru yürüdü. Danışmadaki nöbetçi olan hemşireye:
“Bir A4 kâğıdı alabilir miyim?”
“İyi misiniz?” kâğıdı uzatırken
“İyiyim sadece biraz yazı yazmak istiyorum bir nevi rahatlamak için… Teşekkür ederim.” Kâğıdı alıp odasına geri döndü. Kalemi eline aldığında Mehmet’e ilk mektup yazdığı gün gibi hissedince gülümsedi. “Mutlu bir şekilde yazmalıyım ki hissetmemeli” diye düşünerek yazmaya başladı:
            Cancağızım;
            Biliyorum hatalıyım, istinasız gönderdiğin her mektuba cevap yazmadığım için… Şuan sana anlatamayacağım küçük bir sorunum var ve çözümü sonucunda geri dönüşü olmayacak bir yolculuğa çıkma ihtimalim var ne zaman diye sorma inan bu yolculuk ne zaman bende bilmiyorum. Bu yüzden bana yazdığın her mektubun cevabını yazdığım bir defter var. Yolculuğa çıktığım vakit sana göndereceğim. Lütfen beni affet sana küçük sorunumu söylemediğim ve mektuplarına cevap yazamadığım için…
                                                                                  Işıl
            Kâğıdı katlayıp zarfın içine koyup kapattı. Adresi yazdıktan sonra annesi geldiğinde ona göndermesi için verecekti. Aklından annesinin mektubu görünce aklından geçecek düşünceleri şimdiden tahmin edebiliyordu. Kendisinin tekrardan hayata umutla bakabileceği düşüncesi…  Hastalığının ikinci nakil ameliyatına kadar umutla bu hastaneden çıkacağına hayalini kurmuştu. Ama vücudu nakli kabul etmemişti. Her ameliyattan aynı sonuçla çıkınca vücudu daha da zayıflamış hayal kurmayı bırakıp kabullenmişti. Uygun donör bulunduğunda son olacağını düşündüğü ameliyattan sağ çıkamayacağını biliyordu. Birazdan içeceği ilaç onu derin bir uykunun kollarına bırakacaktı. Masaya bıraktığı mektubun yanına küçük bir not bıraktı. Sonra yatağa geçip uykunu kollarına bıraktı kendini.
2.
            Mehmet, yazdığı mektubu zarfa koyduğunda postanede kendisine gelen bir mektup olup olmadığını yine soracaktı. Artık postacılar mektup taşımıyordu. Herkes daha hızlı iletişim araçlarını tercih ederken mektup pek gözde bir iletişim aracı olmuyordu. Zarfı çantasına koyup, okula gitmeden mektubu yollayacaktı. Işıl’ın gönderdiği mektuplara baktı, en son yolladığı mektubun üstünden bir yıl geçmişti. Hiçbir açıklama yapmadan yazmayı bırakmıştı. Bu duruma rağmen Mehmet her şekilde yazmaya devam etmişti, ona ulaşabilecek her türlü imkân varken sözünde durmuş sadece yazdığı mektupların cevabını bekliyordu. Işıl’ı tanıyordu, bir şekilde ona cevap yazacaktı. Bu düşüncelerle postaneye girdiğinde meraklı bakışların kendisinde olduğunu fark ettiğinde kendine geldi ve mektubu göndereceği yere doğru yöneldi:
“Merhaba Mehmet Bey, beklediğiniz mektup elimize ulaşmadı.”
“Belki bir gün gelecektir o mektup zamanı şimdi değil demek ki”
“ Sabrınıza hayranım Mehmet Bey, başka biri olsa çoktan bırakmıştı mektup göndermeyi.”
“Dediğim gibi bir gün o beklediğim mektup gelecek ve cevap gelene kadar mektup yollayacağım ona.”
“Bu kadar emin konuşuyorsanız onu çok iyi tanıyorsunuz.”
“12 Senelik bir mektup arkadaşlığı düşününce, evet onu çok iyi tanıyorum. Mektup yollayamamasının elbet ki bir sebebi vardır. “
“Başka iletişim araçları ile ulaşmayı düşünmediniz mi?”
“Birbirimize verdiğimiz sözden dolayı bu seçeneği es geçmek zorundayım. İşlem tamam herhalde?”
“ Evet, Mehmet Bey inşallah o mektup bir gün elinize ulaşır.” Dediğinde sadece gülümseyerek baktı gişe memuruna. Mektubu teslim ettikten sonra üniversitenin yolunu tuttu.
             Üniversiteye adım attığında, ilk zamanları aklına geldi. Doğduğu yerden çıkıp bambaşka bir şehre gelmek… Tek başına, sadece Işıl’ın mektuplarında aldığı destekle gelmişti bu günlere… Kayıt esnasında tanıştığı Şerif ile yurtta aynı odaya kalmış daha sonra beraber eve çıkmışlardı. Farklı branşlarda okudukları halde birbirlerini anlıyorlardı. İstanbul’a tayini çıkana kadar beraber aynı evde kalmışlardı. Şerif en çok mektup yollaması ile dalga geçiyordu:
“Oğlum millet sosyal medya da fink atıyor siz nostalji takılıyorsunuz. Romantik âşıklar siziJ
“Şerif, her zaman söylüyorum Işıl benim arkadaşım bugün burada seninle konuşmam bile onun sayesinde. Aşk konusunda büyük bir yanılgı içerisindesin.”
“Sen bu kızı hiç gördün mü?”
“Simasını bile bilmiyorum.”
“Nasıl yani tek bir fotoğraf bile yok mu sende?”
“Hayır”
“Sosyal medya araştırmadın mı hiç merak edip?”
“Hayır, birbirimize bir söz verdik o yüzden sosyal medyada hiçbir hesapta takip etmiyoruz birbirimizi.”
“Cankuş, bir kız ne yapar eder merakına yenik düşer araştırır seni. Kişisel bilgilerini biliyorsa bulmuştur seni sosyal medyada ben sana söyleyeyim. Korkulur bu kadın milletinden.“
“Sözünü tutar. “
“Ben söyleyeyim de 
             Şerif’le geçmişteki bu konuşmalar aklına geldikçe “Acaba gerçekten araştırmış mıdır?” diye düşünürken telefonun çalması ile kendine geldi. Arayan Şerif’ti:
“Efendim Şerif”
“Can kuş nasılsın? Bensizliğe alıştım bakıyorum hiç arayıp sorduğun yok.”
“Olur, mu Can kuş sensizliğe alışmak sadece bu aralar yoğun çalışıyorum fırsat bulamadım seni aramaya. Sen nasılsın? İstanbul beklediğin gibi mi?
“Aslında iyi değilim be Can kuş. Biraz kafamı dağıtmak için seni aradım.”
“Anlat dinliyorum seni.”
“Yanında çalıştığım Profesörün bir hastası var bende o ekibin içindeyim. Bir çeşit tanımlayamadığımız lenfoma hastalığına sahip. Nadir bulunan bir kana sahip ve şu ana iki kere nakil oldu. İkisinde de vücut tedaviye cevap vermedi. Son üçüncü bir nakil şansımız var, ekip ince eleyip sık dokuyor anacak elimizdeki dönor oranı az.”
“Allah yardımcınız olsun Şerif inşallah bir çare bulursunuz.”
“Hastayı gördüğümde kendimi kötü hissettim Mehmet… Gözlerine baktığımda kabullendiğini gördüm.”
“Neyi kabullendiğini ?”
“Ölümü… Eğer yakın zamanda nakil için gerekli dönorü bulmazsak onu yaşatmak için verdiğimiz ilaçlar da çare olmayacak.”
“ Ölümü kabullenmişse ve vücut olarak ikna etmişse tedaviye cevap vermeyebilir. Doktor değilim ama hastanın bir şekilde hayata tutunması gerekiyor ki tedaviye cevap versin. Yalnız bir insan mı?”
“Ziyaretçilerine bakılırsa sevilen bir insan, her kontrole gittiğimde bana gülümseyerek bakıyor ama gözleri aynı şekilde bakmıyor. Eğer onu kurtarmazsam neden doktor oldum ki ben?”
“Bir dakika Şerif kendine gel! Eğer bu şekilde sende düşünürsen onu iyileştirmek için aradığın çareyi gözlerinin önünde olsa bile bulamazsın. İlk önce kendi düşünceni değiştir ve hastayı iyileştireceğin fikrine odaklan. Sonrası gelir zaten sen beni dinle.”
“Öğrenci olduğumuz dönemde de sen beni bu şekilde motive ederdin Can kuş. Seninle konuşmak iyi geldi.”
“Her zaman canın sıkıldığında arayacağın kişiyi biliyorsun.”
“Kesinlikle… Bu arada mektup arkadaşından haber var mı?
“Hayır, ama mektuplarımı okuduğunu biliyorum.”
“Yine de mektup yazıp göndereceğim diyorsun. Ne zamana kadar sürecek?”
“Bana mektup sahibine ulaşamamıştır bildirisi gelene kadar. Sonra artık yazmayacağım.”
“Hayırlısı olsun senin için. Ben olsaydın çoktan yazmayı bırakmıştım. Vaktinden çaldım Can kuş sonra yine görüşürüz.”
“Tamam, Can kuş, hastayla ilgili bir gelişme olursa haber ver.”
            Şerif telefonu kapadığında, Işıl’ın Tıbbi geçmişi olan dosyasını eline aldı ve daha dikkatli bakmaya başladı. Mehmet’in dediği gibi gözden kaçırdığı ne olabilirdi. Kan grubuna baktığında gözden neyi kaçırdığını fark etti. Aradıkları dönor yanı başındaydı ancak nakil olduktan sonra aynı sonuçla karşılaşma riski de vardı. Profesörün odasına aceleci adımlarla ilerledi. Kapısına vurup içeri girdiğinde profesörün elinde de aynı dosyayı gördüğünde, nasıl başlayacağını bilemedi:
“Şerif bey bir durum mu var ?”
“Aziz Bey, hastamız Işıl Hanım hakkında bir dönor buldum. Dönorün tıbbi geçmişi kanaatimce çok iyi kendisini buraya çağırıp emin olacağımız bir takım testler yaparsak ki inanıyorum bu sefer Işıl Hanımın gerekli olan nakli gerçekleştirmiş olup hayata döndürebiliriz.”
“Anlıyorum sizi Şerif Bey lakin hastanın durumunu göz önünde bulundurmalısınız. Dediğiniz gibi nakil için yapılacak tüm testler olumlu çıkabilir. Ama nakil esnasında ya da nakilden sonra hastayı kaybetme riskimiz yüksek.”
“Fakat ona verdiğimiz ilaçlarla ne kadar yaşatabiliriz ki… Lütfen sadece test için de olsa dönor olacak kişiyi çağırmama izin verin.”
“Tamam, Şerif Bey gerekli testler için çağırın kendisini. Yalnız şimdiden söyleyeyim tüm testler olumlu çıksa bile heyet onay vermedikçe nakil gerçekleşemez.”
“Teşekkür ederim Aziz Bey. Hemen haber veriyorum kendisine.”
             Odadan çıktığı gibi Mehmet’e mesaj yazdı:
“Bu hafta sonu İstanbul’a gelmen gerek, yanına uğur getirdiğini düşündüğün atkını da al. Şuan herhangi bir şey sorma, geldiğinde sana her şeyi anlatacağım.” Yazıp mesajı gönderdi. İçinden bir ses her şey bu sefer olacak diyordu.
3.
            Bazen zamanın hiç olmadığı kadar hızlı geçtiğini sona yaklaştığında hisseder insan… Işıl ameliyathaneye giderken bu hayatta daha istedikleri yapamadan kendisi bekleyen ölüme doğru gidiyordu. Eda hemşire kendisine uygun donör olacak kişiyi bulunduğunu her şeyin olumlu sonuçlandığını en yakın tarihte ameliyata gireceğini öğrendiğinde hiçbir şey hissedememişti. Mutlu olması gerekirken, hayata tekrar yeniden başlayacağına umut etmesi gerekirken o hiçbir duygu hissedememişti. Etrafındaki herkes umutla bakarken o sadece gülümseyebilmişti. Ameliyathanenin soğukluğunu hissettiğinde farkında olmadan Eda hemşirenin elini tuttu:
“Neden korktun? Hazır olmadığını mı hissediyorsun?
“Bilmiyorum ama bu soğuğu hissedince tarif edemediğin bir şekilde korktuğumu hissettim.”
“Şöyle düşün; çok yumuşak ama değil ama öyle her şeyden uzak güzel bir uyku çekeceğini düşünerek 10’dan geriye doğru saymaya başla.” Dedikten sonra oksijen maskesini taktığında Işıl’ın aklında olan son düşünce ölümün onu nasıl karşılayacağıydı.
             İlk önce nefes aldığını hissetti ama gözünü açmaya korkuyordu. Etrafında bir takım sesler duyuyordu, ne sesi olduğunu algılayamıyordu:
“ Anlaşılan gözünü açıp açmama konusunda tereddütlüsün.”
“Uyandığım çok mu belli oluyor”
“İyi bir uyku rolü belli oluyor diyelim.”
            Gözünü açtığında kendi odasında değildi. Kalp atışını devam ettiğini ima eden makineye baktı. Yerinden kalmak istedi ama bağlı olduğu kablolar buna izin vermedi.
“Ben olsam o kadar acele etmezdim. Zamanı geldiğinde elini kolunu sallaya “
sallaya çıkacaksın buradan.”
“Ne olduğunu anlatabilir misiniz lütfen dünden beri uyuduğum için hiçbir şey bilmiyorum.”
“Dünden beri mi! Işıl tam bir haftadır derin uyku çekiyorsunuz.”
“Bunun anlamı ne?
“Bunun anlamı; sana yaptığımız nakil vücudun tarafından kabul edilmiş durumda ama Doktorun Aziz Bey her ihtimale karşı seni bir hafta uyuttu. Gerekli müşahede süresini geçtikten sonra senede bir defa gelmem yeterli olacak.”
 Işıl duyduklarına inanamıyordu. Kendini öleceği konusunda o kadar inanmıştı ki bedeni de aynı şekilde ona uyup ruhunun serbest kalmasına izin verecekti. Ama şuan yaşıyordu ve bedeni onun sözünü dinlememiş hayata devam edebilmesi için kendisine verilen iliği kabul etmişti. Aklına, Mehmet’ yazdığı defter, ona en son yazdığı mektup geldi.”Acaba annem mektubu göndermiş miydi?” En son masanı üstüne bıraktığını hatırlıyordu:
“Ne zaman kendi odama geçebileceğim bilginiz var mı?”
“Uyandığınıza göre bir gece daha buradasınız, yarın eğer Aziz bey onay verirse geçebilirsiniz bir süre ilaç tedavisinden sonra hastaneden ayrılacaksınız.”dediği vakit içeri Eda hemşire geldi:
“Merhaba Şerif Bey,  Aziz Bey sizi çağırıyor bundan sonrası ile ben ilgilenirim. Uyuyan güzel sonunda uyanmış. Nasıl hissediyorsun kendini?”
“Yaşadığıma şaşkın…”
“Nasıl bir cevap bu mutlu olman gerekirken şaşkın...”
“Şaşkınım çünkü uyanmayı değil ölmeyi bekliyordum.”
“Artık ölümü düşünmene gerek yok. Çünkü önünde upuzun yaşayacağın güzel bir hayat var. En önemlisi sana değer verdiğini düşündüğüm şu mektup arkadaşına da cevap yaz.”
“Ameliyata girmeden önce ona bir mektup yazmıştım. Gönderildi mi bilmiyorum.”
“Yarın kendi odana geçtiğinde sorarsın. Bu arada Şerif Beye teşekkür ettim mi?”
“ Hayır, neden teşekkür etmeliyim?”
“Onun sayesinde bulunan donörden alınan nakille şuan hayattasın da ondan.Bu kadar muhabbet  yeter senin dinlenmen lazım. İkinci hayatına merhaba diyebilirsin.”
            Kendi ile baş başa kalınca düşüncelere daldı. İlk önce Mehmet’e her şeyi açıklayan uzunca bir mektup yazacaktı defterle birlikte göndermeyi düşünüyordu. Sonra hayattan neler kaçırdıysa hepsini tek tek yapmayı düşünürken göz kapaklarına yenilerek uykuya daldı.
4.
Cancağızım,
            Bugün benim için önemli bir gün çünkü bana hayat veren kişiyle tanışacağım. Hastaneden çıktıktan sonra bu kişinin kim olduğunu öğrenmek için Şerif Bey’in kapısını çok aşındırdım. Prosedür gereği donör olan kişinin iletişim bilgilerini verilme imkânı yokmuş. Beni biliyorsun cancağızım kafamı koyduğum bir şeyi ne yapar eder yaparım. Sonunda dayanamadı tabii kendisiyle bir görüşme ayarlayacağını söyledi. Sonunda bana ikinci defa doğmama neden olan insana teşekkür edebileceğim.
            Bana kızgınlığını hala cümlelerinde hissediyorum. Gerçekten ikinci nakilde bedenim kabul etmeyince kapıldığım umutsuzluğu tek başıma yaşamak istedim. Çünkü günler geçtikçe daha kolay kabulleniyordum. Defteri okuduğunda, yazdığım cümlelerde hissetmişsindir. Kızgınlığın geçene kadar bekleyeceğim her ne kadar yazdığın cümleler bir gün normale dönecek. Seni anlıyorum, o dönemde istinasız mektup yollayan sendin, okuduğum mektuplarda beni gülümseten de sendin.
            Saçlarım yavaş yavaş uzamaya başladı, bu moralle ilaçlara gerek kalmayacağını son kontrolde söyledi Aziz Bey. Hastanede  kaldığım süre boyunca yapamadığım her şeyin listesini yapmıştım, sırasıyla hepsini yapacağım.
            Lütfen bana olan kızgınlığın geçsin artıkL
                                                                                  Işıl
             Mektubu zarfa yerleştirip kapattı adresi yazıp çantasına koyup, yeni uzayan kısa saçlarına beresini takıp aynaya son kez bakıp dışarıya çıktı. Güneş olsa bile hava yinede soğuktu. Bu soğukluğa rağmen içindeki mutluluğun sıcaklığı ona yetiyordu. Postaneye girdiğinde yine her zaman ki emekli maaşlarını almak için bekleyenler dışında kendinden başka genç kimse yoktu. Gişe numarası aldığında kendisine çabucak sıra gelmesiyle meraklı bakışlar altında gişeye doğru ilerleyip mektubu uzattı:
“Askeriye ya da cezaevine gitmeyen bir mektup… İlginç.”
“Bence bu adrese alışın derim çünkü beni her hafta burada göreceksiniz.”  
            Postaneden çıkınca doğru buluşma yerine doğru yürürken tekrardan emin olmak için kendisine gönderilen buluşma adresine tekrardan baktı. Nasıl biri olduğunu biri olduğunu bilmiyordu sadece buluşma adresi gönderilmişti. Kendisini nasıl tanıyacağını da bilmiyordu. Biraz korku biraz heyecan vardı. Kapıdan içeri girdiğinde giren çıkan kişileri net görebileceği bir yere oturdu. Kafasında nasıl konuşmaya başlayacağını düşünüyordu. Kapıdan giren herkese çok dikkatli bakıyordu.’Sadece teşekkür edip bir kahve içeceksiniz o kadar gözünde büyütme ‘ aklından geçirirken kendisine doğru gelen birini gördü. Yüzünden çok üstündeki atkı dikkatini çekmişti. Mehmet’e ördüğü atkının aynısıydı rengi deseni her şeyiyle… Karşısındaki adam gülen gözlerle kendisine bakarak:
“Merhaba Işıl”
“Merhaba, ilk öncelikle benimle görüştüğünüz için teşekkür ederim. Heyecanımı mazur görün çünkü kendime çok yakın hissettiğim birine ördüğüm atkı boynunuzda şuan..”
“O çok yakın olduğunuz kişi…”
“Mehmet!!!”
“Biliyorum şaşkın durumdasın bende ilk duyduğumda aynı tepkiyi vermiştim.Senin doktorlarından biri olan Şerif benim en yakın arkadaşım. Bana nakilden sonra ondan senin fotoğrafını istedim ama sen olduğunu bilmiyordum. Çünkü seni ilk anlattığında görmek istedim. Sonra dosyanı getirip adını görünce olabilir mi diye düşündüm? Sonra bana ördüğün atkıyla gelince…”
            Birbirlerine gözlerinin içine bakarak konuşmadılar bir süre… Sonra ikisi aynı anda:
“Anlatacak çok şey var…” gülümseyerek.

           


             



           


           

           

           

             


           
           

Yorumlar

  1. Çok başarılı ve sürükleyici daha uzun olmasını dilerdim

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar